2 Haziran 2011 Perşembe

Is There Any Miracle, really?

Baby, I've been waiting, 
I've been waiting night and day. 
I didn't see the time, 
I waited half my life away. 
There were lots of invitations 
and I know you sent me some, 
but I was waiting 
for the miracle, for the miracle to come. 
I know you really loved me. 
but, you see, my hands were tied. 
I know it must have hurt you, 
it must have hurt your pride 
to have to stand beneath my window 
with your bugle and your drum, 
and me I'm up there waiting 
for the miracle, for the miracle to come.
..

...

Asturias ödüllerinden haberdar değildim. Cahillik işte... ABD’nin en saçma organizasyonlarını, Altın Ahududu Ödülleri’ni bile ezbere bilmeye kanalize olmuşken şu beyin, İspanya’nın en prestijli ödüllerinden Asturias’ı atlamışım yıllardır. Hakikaten prestijli. İspanyol özerk bölgelerinden Asturias’ın başkenti Oviedo ev sahipliğini yapıyor ödül törenlerine ve tam sekiz dalda veriliyor ödüller... Neler yok ki içinde?

Sanat, İletişim ve Hümanizm, Spor, Barış, Uluslararası, Teknik ve Bilimsel Araştırma, Sosyal Bilimler ve tabii ki Edebiyat...

Kimler kimler var ödül alanlar içerisinde geçmiş yıllarda... Amin Maalouf, Woody Allen, Pedro Almodovar, Bob Dylan, Umberto Eco, Paul Auster, Michael Schumacher, Francisco Bolivar Zapata, Stephen Hawking... Saymakla bitmez...

Fakat bu yıl daha bir mutlu olarak aldım ödül haberlerini ulusal basından... Müzisyen kimliğiyle tanıdığımız, kitaplarını henüz okumaya vakıf olamadığım bir entelektüel almış 2011 Edebiyat Ödülü’nü... Leonard Cohen.

76 yıllık dev çınarın aldığı ne ilk ödül bu, ne de sağlığı yerinde olduğu sürece sonuncusu belli ki...

"Ah baby, let's get married, 
we've been alone too long. 
Let's be alone together..."

...

Onu dinliyorum bu gece, bir süredir yatmadan önce her gece... Özellikle de yukarıda giriş kısmı ve şarkının ortalarından bir pasajı yer alan ‘Waiting For The Miracle’ı.

Hem çok güzel yerlere götürüyor tınısıyla,  hem de en hatırlanmaz denilecek anlarda hatırlatıveriyor dinlendikçe hatırlanası gelen kişileri... Sözleri desen belki daha hissedilmek için erken olan, hissetmekten kendini alamayacağın hayallere sürüklüyor. Biraz karmaşık oldu. Farkındayım. Ben susayım, siz dinleyin koca çınarın kulakların pasını silen ahenkli sesini...  




1 Haziran 2011 Çarşamba

Hayırlısıyla...

Uzun zamandır güncellemiyordum blogu. Gerek sınav dönemi, gerek yeni planlar, gerekse de başka yazın çalışmaları derken pek fırsat bulamayıp ihmal ediyordum yazılarımı... 

Sonra birşey oldu.

Aniden, sanki “Nerdesiniz ulan? Kimse yok mu?” der gibi. Başlangıçta kimse yok. Yavaş yavaş kalabalıklaşıyor ortalık...

Bir haber yayınlanıyor önce Radikal’de. Daha doğrusu Özgür Mumcu köşesinden adeta bas bas bağırıyor. Konu bir üniversite öğrencisinin suçsuz yere mahpuslukta 19. ayını dolduracağına dair. Tamamen yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış kişilere görünmekle ilgili konu. Uzunca bir süre –biraz da bizim cahilliğimiz, kimsecikler haberdar değil içerdeki bu öğrenciden. İsabet, bir hoca çıkıp yazıyor. Ortalık yine de tam istendiği kıvama gelemiyor ama artık tenha da değil...

Sonra bu kalabalık gittikçe artıyor. Bir şeyler yolunda değil ki problemleri söylemek için bir öğretmen emeklisi çıkıyor meydana. Tartaklanıyor, itiliyor kakılıyor... E tabi alışkın değil bünye bu kadar heyecana, yeniliveriyor kalbi hemen bu kadar heyecana (!)

Siyasiler kendilerini o kadar kaptırmışlar ki bu sidik yarışına, kimisi zaten %45’i geçmiş hala sağa sola lanetler yağdırıyor, Zeus’tan farksız...

Kimisi sadece kendisine zaten koşulsuz şartsız oy atacaklara sesleniyor durmaksızın... Güçlü olduğu yere gidip gövde gösterileri yapıyor, e hakkını da yemeyelim daha bir inanılası, şans verilesi duruyor konuştuklarında...

Kimisi organizasyon yapamıyor seçilmek için. Ne zaman “Hadi toplanıyoruz!” dese, kendisinden önce bürokratları buluyor karşısında, “Olmaz sayın aday, malum güvenlik tedbirleri...” deniyor da deniyor. O da dayanamıyor artık çifte standarda, “İnsanın IQ’su ayakkabı numarasından büyük olmalıdır.” diyor.

Rakamlarla arası iyi olanlar desen, şu günlerde daha da ihtiyaç duyuyor matematik evrenine %10 hesapları yaparken...

Velhasıl daha da garip bir şey çıkıyor ortaya...

Şu Haziran da geçsin de bir hayırlısıyla demenin manası azalıyor artık titreyen göğüs kafeslerinde... Eylül geçsin, Kasım geçsin diye diye, görülmüyor aslında bir yerde ömür geçiyor. Biri içerde geçiriyor ömrünü suçsuz yere, - gençtir gerçi yatar- ;diğerinde artık ömür namına bir şey kalmıyor. 

Sadece görüntüler kalıyor akıllarda ancak buna isyan eden kişilerin gözleriyle görülebilen... 

Bu gözlerle...  




Yine de George Orwell’a selam olsun!