27 Haziran 2012 Çarşamba

yine gelsen; hep film izlesek senle 01

Gülmenin tamamiyle unutulduğu bir yere düştüğünüzü hayal edin. Ölümden sonraki yeri, güneşin ışıklarını paylaşmak istemezmiş gibi cimrice yaydığı ve yıldızların asla gözükmediği o yeri. Oradan uzaklaşmanın mümkün olmadığını düşündüğünüz mekanı... Ve oradan geri dönebileceğinizi düşleyin. Şans eseri de olsa... Bunu becerebilseydiniz ilk tepkiniz ne olurdu?

Zia ve Mikal'in tepkileri...

Wristcutters: A Love Story / 2006 / Yön: Goran Dukic 


26 Haziran 2012 Salı

Steffens'ın Diyecekleri Var

"En güzel resim henüz yapılmadı, 
en büyük oyun henüz yazılmadı, en görkemli şiir okunmadı.
Yeryüzünde ne mükemmel bir demiryolu var,
ne kusursuz bir hükümet, ne de uygulanan yasalar.
Fizik, matematik ve en gelişmiş ve en doğru bilim,
temelden değiştiriliyor. Kimyanın bilim sayılması o kadar 
yeni ki; psikoloji, ekonomi ve sosyoloji çalışmalarıyla,
Einstein'in doğmasını sağlayacak bir Darwin bekliyorlar.
Okullarımızdaki parlak çocuklara,
bütün bunlar anlatılabilse, belki hepsi futbol, parti
ya da hak edilmemiş mevkilerin uzmanı 
olup çıkmayacak. Ama anlatılmıyor, buna karşılık;
onlara sadece bilinenleri öğrenmeleri gerektiği söyleniyor.
Bu hiçbir şey değildir."

Steffens, Amerika'da araştırmacı gazeteciler için kullanılan
'Muckraker' tanımının öncülerinden;
işini usulsüz yapan politikacı, sanayici vs. takımının
pek sevmediği bir gazeteci.  


Lincoln Steffens'in 1931'de yazdıklarını okudunuz. Bütün söylediklerinin bugün de en az o zamanki kadar geçerli olduğu görülebiliyor, değil mi? Bu cümlelerde hareketle bakarsak, değişime başlamak için daha ne kadar vakit var diye düşünüyoruz? Takılıp kalıyoruz, her dönemin kendine göre yeniden şekil vermeye çalıştığı eğitim ve öğrenim şekillerine. Polemikler üretiyoruz sanki başımızda yeterince yokmuş gibi... Daha ne üretilebilir ki, diyen bir jenerasyona doğru gidiyoruz (çoğunlukla ben de dahil)... Hayatta keşfedilebilecek son şeyin internet olduğunu, daha ileriye gidilemeyeceğini; gidilse de bulunanın ancak onun çevresinde dönüp dolaşan şeyler olabileceğini düşünüyoruz. Peki öyle mi? Her şey bitti mi gerçekten?

Gönül verdiğimiz alanda kıçımızı yırtarcasına çalışmak için daha ne görmemiz gerekiyor, bilmiyorum. Sürekli ağzımıza çöreklenen gevelemelerden artık vazgeçip, işe mi dökülsek acaba? Evet! Ben hızla işe dönüyorum şimdi...

Hamiş: Neden alıntı yaptım? Çünkü insanlar bazen düşündüklerini kelimelere dökmekte zorlanırlar, o zaman onları düştükleri çukurdan çıkaracak birkaç kelimeye ihtiyaç duyarlar. İşin fenası çukurda olduklarını fark etmeyenler çoğunluktadır. Ben sadece çukurdan çıkmaya çabalıyorum. Böyleyken böyle işte... 

25 Haziran 2012 Pazartesi

Durdenların Tyler


Dönüp dolaşıp bir yerlerde tosluyorum Dövüş Kulübü'ne. İzlemelere doyamıyorum, her izleyişimde de, ilk seferindeki gibi etkileniyorum bundan. Nette takılırken denk geldiğim illüstrasyonu da bu yüzden göstermeden edemedim. Özellikle de aynı yazarın 'Ölüm Pornosu' adlı kitabını çevirdiği için hakkında açılan dava devam eden çevirmen Funda Uncu ve Ayrıntı Yayınları'nın gündemde kalmasına duyduğum inançla...

"I want you to hit me," said Tyler Durden, "as hard as you can."

Yaşamın Bir Anlamı Olmalı

Kısa süren tatilimin adamı oldun Mehmet Erdem. Evet, Ege sahillerinde yol yaptığım sürece müzikçalarımdan genellikle gelen ses sana aitti. İçtiğin sigaranın, muhtemelen gecelerini alan yaratıcı çalışmalarının ortağı olan çatallı sesin, harika sözler ve bir o kadar yüreğe dokunan melodileriyle kulağımın pasını aldı götürdü. Süper albüm... Biraz geç oldu ancak yollarda dinlenen müziğin keyfi de zamanı da bir başka oluyor be usta!

Albüm 'Mehmet Erdem 2012' adıyla piyasada bir süredir. Benim kendisi ve müziğiyle meşguliyetim esasen yıllar öncesine dayansa da, beğendiğim tüm işlerini bir albümde görmenin zamanı gelmişti artık. 'Leyla ile Mecnun' mu desem, yoksa 'Polis' mi... Ve daha nice işler mi? Hay Allah, ziyade olsun!

24 Haziran 2012 Pazar

Lolita Üzerine...

"Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi.
Günahım, ruhum, Lo-Li-Ta: Dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklı bir yol alır. Üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-Li-Ta"



Aylardır okumaya vakit bulamadığımdan içime dert olan kitabı, bugün itibariyle bitirdim. Vladimir Nabokov imzalı 'Lolita'dan bahsediyorum...

Kitabı anlatacak değilim, buyurun okuyun derim. Sağlıksız bir aklın geçirdiği serüvenleri, hiç sevmeyeceğimiz karakterlerle kurulmuş bu kitapta bulabileceğinizi garanti ediyorum. İşte bu yüzden edebiyat sanatını seviyorum, sonuçta sanat insanları rahatsız edebildiği ölçüde yer bulmaz mı kendine?

Benim kitapla alakalı dikkat çekmek istediğim nokta, İletişim Yayınları tarafından basılan 'Lolita' üzerine, yazarının söyledikleri, denebilir. Zira okuyanlar bilecektir ki, henüz kitabın adıyla başlayan 'Acaba?' sorusu, kitabın yazıldığı 50'lerden bu yana sorulmaya devam edilmekte. İşte bu merak unsurudur ki, baştan beri pek hoş karşılanmayan, ya da şöyle demeli, içinde bir bit yeniği aranan bu kitapla ilgili, konuşma ihtiyacı hissetmiş Nabokov; zira başlarda kitabı bastırmak için arşınlamadığı yayınevi kalmamış kendisinin. Bakalım dediklerine...

"Özgür bir ülkede yaşayan hiçbir yazardan duyumsal olanla açık saçık olan arasındaki sınır çizgisi üzerinde kafa yorması beklenemez. Saçma olur bu. Dergilerde, dekolteleri hoca eskilerinin dil şapırdatmasına yetecek kadar açık ama postacıların çatık kaşlarıyla karşılanmayacak kadar kapalı güzel, genç memelilere poz verdirenlerin tutturduğu o çok ince dengeye hayranım gerçi, ama benim tıpkısını uygulamam düşünülemez. Sıradan eserekli yazarların, daktilosundan çıkan, piyasa eleştirmenlerince de 'güçlü' ya da 'çarpıcı' gibi nitelemeler yakıştırılan o içinden çıkılamaz bayağılık ve kapsamdaki romanlarda sergilenen duvar yazısı üslubunu da etkileyici bulan okurlar olsa gerek... Kimi sevgili okuyucular da kendilerine birşey öğretmediği için Lolita'yı anlamsız bulacaklardır. Ben ne didaktik edebiyat yazarıyım, ne de o edebiyatın okuruyum. Kaldı ki, Lolita yedeğinde ahlaki ders getiren bir kitap değildir. Benim için bir sanat eseri, kabaca 'estetik mutluluk' sağladığı sürece varolur. Bu da, temel ölçüt olarak alınan sanatın (merak, sevecenlik, yufka yüreklilik, haz) bir yerde herhangi bir biçimde öbür varoluş biçimleriyle kesiştiği bir varoluş durumudur."

Vladimir Nabokov

Yani temelde bakacak olursak, ahlaki temellere oturtulmaya çalışılan birşeyin sanat olup olmayacağı tartışılır. İşin dışındayken bile içeriye girebildiğin ve yaşananlardan bir anlam çıkarıp, taa içinde his tellerini titretebildiğin bir eser, sanattır. Diğerlerinin bu konuda ne dediği de genellikle sadece laf-ı güzaftır. Sinir bozucu Lolita ve sadık kölesi Humbert Humbert'ın yaşadıklarını görün derim. Bulanan mideler arttıkça, yaratıcılık da ona paralel olarak artacaktır kanımca...

  






16 Haziran 2012 Cumartesi

Haha!

Ağayla sincabı, hahamla tavşanları
Karanlıktır, tuhaftır kimi huyları
Arıkuşunun erkeğinden olur füzenin iyisi
Yılan yürüyüşe çıktı mı hep cebindedir elleri.

Nabokov'un 'Lolita' adlı romanından

12 Haziran 2012 Salı

Behzat Che

Git gide daha bir kanım kaynıyor Behzat Amirime... İş iyiden iyiye çıkmaz sokak maceralarına dönmeye başladıkça, zaten en başından beri sadece kurgudan ibaret bir dizi olmadığına olan inancım daha bir kendini göstermeye başladı. Gözümüzün içine sokulanlar, belli ki herkesin gözüne dokunur oldu ki; RTÜK gibi her devre yeni bir perspektifle giren kurumlar tarafından tehdit edilir oldu dizimiz... İşin sonu her yerdeki gibi, karanlık görünüyor. Ve muhtemelen sahneden çekilmeden önceki son duruşunu sergiliyor Amirim. Umarım yanılırım ve bu dizi milyonlarca yıl devam eder! Ya da güzelim internet fikri, pek cazip geliyor...

Karakterin yaratıcısı Emrah Serbes ve yönetimini devralan Serdar Akar'la, Türk televizyonlarındaki en iyi işi kaybetmek, bize değil; televizyonculuğa kaybettirir ne de olsa...




10 Haziran 2012 Pazar

Django Unchained

Tarantino sevenler, yaklaşın!
Leonardo Di Caprio,
Christoph Waltz,
Jamie Foxx,
Samuel L. Jackson...
Hepsi Tarantino'nun yeni filminde... Filmin adı 'Django Unchained'. Django adlı bir kölenin, Alman bir ödül avcısıyla birlikte, karısını kötü toprak sahibinin elinden kurtarmasını anlatıyor. Yani hem intikam hikayesi, hem de Tarantino etkisi... Voila!



Fragmanı da geçtiğimiz hafta yayınlandı... İyi seyirler!

8 Haziran 2012 Cuma

Sam Amca! Hey!

Sinema jargonunda 'anlatma göster' prensibine vurgun biri olarak, henüz izleyebilme fırsatı bulduğum bir filmin, efsane bir sahnesi var aşağıda. Film, 'Across the Universe'... İzlemekte geç kaldım, farkındayım, üstelik müzikal tabana oturtulmuş filmlerin içinde kaçırmış olduğum hiç film kalmamıştır diye düşünüyordum. Neyse ki çevremde sıkı dostlar var ki, zaman zaman kendimi içinde bulduğum bu körlüklerden çıkarıyorlar beni. Özeleştiriden sonra tekrar filme dönecek olursam; Yönetimin tepedesindekilere ait zihniyeti kavrayabilmek için görmemiz gerekenler, daha şairane ve sanat dolu bir dille anlatılamazdı, diyebilirim. Çünkü sanatla anlatmak önemlidir, insanlar gerçekte görmeye dayanamayacakları şeyleri sanatla servis edildi mi, görmeye can atarlar. Öyleyse neden sadece eğlencelik şeyler göz önünde olsun ki! Neyse, 'anlatma göster' prensibine uymamaya başlıyor yavaş yavaş uzayan yazı. Öyleyse bakın derim bu filme. Hem de The Beatles'a ait 'She's So Heavy' coverıyla başlayın. Ve filmin tamamını izleyin. Çok başarılı metaforlarla, sabit durmaya utandıracak cinsten bu film de...


3 Haziran 2012 Pazar

Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Bugün, 3 Haziran 2012, Pazar... Nazım Hikmet'in bedenen gidip, bizi yapıtlarıyla avunmak zorunda bırakışının 49. sene-i devriyesi. Işıklar içinde uyu gülüşü güzel insan...




2 Haziran 2012 Cumartesi

Little Boxes

Tasarım işler ciddi anlamda hoşuma gidiyor şu ara. 'Garip kafalar' denir ya, o kafaları ve yaptıkları işleri izledikçe günüm güzelleşiyor, içim heyecandan kıpırdanıyor ve dahası birşeyler yaratmak için şevk geliyor. Arada bir tıkanma yaşayanlar için daha iyi reçete bulamadım...

'Little Boxes' Walk of the Earth grubunun şarkısı. Bu grubu, bir Gotye coverı olan 'Somebody that I Used to Know' şarkılarıyla tanıdım. Onu paylaşmayacağım, zira gereğinden fazla paylaşıldı kanımca. O yüzden klipteki tasarımına vurulduğum bu şarkıyla bu güzel cumartesi günü şenlensin bence...


1 Haziran 2012 Cuma

gibiamadeğil 13: Matruşka

Bir ilişkinin ardından tutulan yasla ilgili hep zaman odaklı düşünüyoruz, fark ettiniz mi? Zaman elbette önemli bir nokta. En azından 'ilişki sonrası hayata dönüş' dendiği zaman, "İlişkinin onda biri kadar acı çekeceksin!" gibi beylik laflar buyurur büyükler. Ben buna katılmam, ama bilirim. Zaman gerçekten de, en çok tartışılan konu. Her noktada...

Peki, her şey zamanla anlamlandırılabilir mi? Ya da 'biz', bu konuyu deşebilecek kadar yetkin miyiz?

Yekta Kopan'ın son öykü kitabı 'Kediler Güzel Uyanır'ı alalı çok zaman oldu. Epeydir yatıyor kütüphanemde. Neden okumak için bu kadar bekledim? Bir sebebi var... Mal bulmuş mağribi gibi, bir anda verdiğim siparişlerin ardından şişen kütüphanemi yeni yeni eritebiliyorum. O yüzden sıra pek sevdiğim Yekta Kopan'ın son kitabına sonunda gelebildi. Orada yukarıdaki zaman-ilişki algısını anlatan harika bir kısa öykü var. Adı: 'Matruşka'.


Şiddetle tavsiye edildi bana bu öykü ve şimdi de ben aktarıyorum bana yapılan tavsiyeleri biraz da kendi yorumumla katmerleyerek. Matruşka'yı okuyunca, her zaman olduğu gibi yine, yazarlara ve sanatçılara duyduğum saygım hortladı. Bu kimseler, insanın yaşadıklarını, yine insanın kendisine muazzam bir açık dillilik ve açık yüreklilikle anlatabiliyorlar. (Bkz: Kediler Güzel Uyanır) -ki bu anlatım, pek çok insan için kendini tanıma duvarına konmuş yeni bir tuğla daha demek...

Evet, her şey bitiyor ya da değişiyor denmeli belki de... "Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir." dememiş mi üstat? İşte o değişimi, duygulardaki o yoğun dokuyu veren ve en önemlisi de bunu kısacık bir öyküye yediren  yazara selam olsun.