23 Ekim 2012 Salı

'Tüm Kötülüklerin Anası' Javier Bardem

007 James Bond Serisi'nin beyaz perdede bizlerle ilk buluşmasının üzerinden 50 yıl geçmiş. Şu günlerde serinin son filmi ki kendisi İstanbul'daki çekimleriyle de adından çok söz ettirdi, Skyfall'u bekliyoruz. Ancak malesef bu filmde beklediğim kişi Bond karakteri değil. Genellikle kötü karakterleri seven sinema tarafım bu filmde bir orgazm yaşayacak gibi... Zira filmin kötü karakteri Bardemlerin Javier...


Javier Bardem sık sık değiştirdiği tipi ve oynadığı birbirinden ilginç rollerle sinema tarihine adını şimdiden altın harflerle yazdırdı, hiç şüphesiz. Bond'un son filminde ise sarı saçlı 'kötülüklerin anası' bir kişi olarak karşımızda...

Aşağıda filmden bir kare... Sinemaya davet etmek böyle olur sanırım.


Emrah Kolukısa'nın http://devamlilikhatasi.blogspot.com adlı blog'undan faydalanılmıştır. 
 

where i belong to 05: Film Staden

"O gelmiş geçmiş en büyük sinemacıdır, çünkü gerçek tutku ve duygu onun filmlerinde vücut bulur, filmlerinde her zaman bir sıcaklık vardır." der Francis Ford Coppola onunla ilgili...

"O, insan doğası hakkında Dostoyevski ve Camus kadar çok şey söyleyebilecek ender yönetmenlerdendir. Belki de tek yönetmen..." diye ekler Krzysztof Kieslowski.

"Sanırım onunla ilgili şu kadarını söyleyebilirim. Eğer 50'lerde ve 60'larda ya da genel olarak o zamanlarda hayatın yetişkinlik evresine doğru yol alan bir gençseniz ve film yapmak istiyorsanız, ondan etkilenmeme ihtimaliniz var mı, bilemiyorum. Siz sadece bilinçli bir şekilde çalışmaya başlayın, onun etkisini yaptıklarınızda göreceksiniz zaten..." der Martin Scorsese. Bilirsiniz zaten çok sever ballandıra ballandıra anlatmayı...

Buradaki ve buraya sığmayan nice usta ismin "O" diye bahsettiği kişi tahmin edersiniz ki Ingmar Bergman. İsveç'in ve demeçlerden anlaşıldığı üzere dünyanın en önde gelen sinemacısını, hafta sonu ilk kez izlediğim 'Persona' adlı filmiyle anmış olayım.

Aşağıda bu filmin çekimlerinde, filmin başrollerinden aktris Liv Ullmann ve yönetmen Ingmar Bergman'ı setin hazırlanışını beklerken görüyoruz.

Persona'nın çekimleri - 1966  

P.S. 2012'nin 100. yazısı -belki isteyerek olmadı ama- Ingmar Bergman ustaya denk gelmiş oldu. Pek de güzel oldu, anlamlı gibi oldu...

15 Ekim 2012 Pazartesi

Güzel Misin?

Konuşmak, yazmak, çizmek ne kadar saçma...
Sadece bakıp, dalıp gitmek varken...

Bazıları...

gibiamadeğil 20: Bir AnKara Polisiyesi

"...
Bahar, gitmek için bir adım geriledi, eli kapı kolundaydı. Bir nefes kadar yakın ama dokunması imkansız olduğunda, tam giderayak, bir kadının birdenbire güzelleşivermesi... Başkomiser bunun da bir nevi cinayet olduğunu anladı. Bahar gittikten sonra şöyle bir çevresine göz attı. Aylar sonra ilk defa evi bok götürdüğünün ayrımına vardı.
..."

Emrah Serbes [Son Hafriyat - Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi sy.109]



Behzat Amirimi sevenler; Amirimi, Amir olduğu için değil, Amir olmasına rağmen sevenler ve onun sadece dizideki kaba ve bizden hallerine tanıklık edenler, sözüm size... İçinizden biri olarak, televizyon dizisini izledikten sonra fazlasıyla meraklandım ve gidip İletişim Yayınları tarafından basılan Behzat Ç kitaplarını aldım. İki kitapla toplamda dört gün geçirdim. Kitaplar bitti.

Hayır dostum çok zeki değilim ya da hızlı okuma teknikleri hakkında bir halt bilmem. Bunu kendimi övmek ya da bakın ne kadar boşum -iki kitap yani yuh artık- tepkileri beklediğimden söylemiyorum. Ben diyorum ki, bu Emrah Serbes'in kaleminde vazelin türevi bir şeyler olmalı... Yoksa mümkün değil bir öykü böylesine aksın, okutsun kendini.

Buyurun siz de deneyin derim. Başından kalkamayınca, hemen bilgisayar karşısına geçip rastgele bir bölüm açmak isteğiyle yanıp tutuşacaksınız, eminim.

Bir de içimden geldi, hazır bu sezon sonunda kendilerine veda edeceğiz, geçmişe gitmeden olmaz. Hem de Behzat Ç'nin sesinden...



Behzat Ç serisinin ilk kitabı için bkz. Her Temas İz Bırakır

14 Ekim 2012 Pazar

gibiamadeğil 19: hoş geldin kadınım

İşler Güçler'i takip ediyorum Star'da. Normalde televizyon kanalları ya da programları üzerine yazı yazmayı çok sevmesem de -Behzat Ç. ve Leyla ile Mecnun'u tenzih ederim- sanırım bu kez bir diziyle ilgili yazacağım. Daha doğrusu dizide beni etkileyen bir sahne var, ondan bahsedeceğim. Ana karakterlerden Ahmet Kural'ın, kadını Feride'ye okuduğu şiir...



Bir kez daha söylüyorum, şiir sevmem. Sevmeyi denedim, ama bence şiir sevecek kadar çok şey yaşamadım -yaşımız genç- belki bu yüzden, belki de bana hep karikatür geldi bu şiir olayı ve ben sarsılıp uyanana kadar devam edecek. Ama bir kişinin şiirleri hariç; ki o da zaten şair olarak tanımladığım biri değil... O bir öykü anlatıcısı olmalı, -storyteller diyor ya ecnebiler, şimdi bizim dile çevirince aynı etkiyi yaratmadı... Ama şair, bilmiyorum yahu, sanırım hayır! Ya da benim şiirden anladığım safi saçmalık, o yüzden şiir olduğunu zannettiğim gibi şiirler yazılacak diye ödüm kopuyor. Sonuçta dönüp Nazım'a bakıyorum, içim açılıyor. Güzel bir ses de eşlik ederse bu dizelere... İşte o zaman hayat bana güzel oluyor. Aşağıda sevgiliye 50'lerde söylenmiş, 2000'li yıllarda yaşayanların ancak kitaplarda olur, dediği dizeler...

hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.

hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

Nazım 

6 Ekim 2012 Cumartesi

gibiamadeğil 18: Sıkı Tutun

"...
Büyük kelimelerden her zaman kaçındı ve büyük kelimeler kullandığını gördü. Küçük kelimeleri kendine yakıştıramadı; oysa küçük kelimelerle suçlandı ve kendini küçük kelimelerle savundu. Bütün insanlar, ellerini uzatarak işaret parmaklarıyla suçladılar onu, kelimeleri yüzünden. Herkese ihanet etmişti. Burhan, Metin, annesi, Sabri, babası, Mimar Cemil ve daha birçok kimse vardı. Metin: "Ben keman çalarken ve Türkçe tango dinlerken benim adıma utanmaya ne hakkın var?" diye soruyordu. Burhan saldırıyordu: "Her gün benimle birlikte yaşadın, seni sevdiğime hiçbir zaman inanmadın." Annesi ihmale uğradığını söylüyordu. Babası: "Bana hep isyan ettin; küçümsedin beni!" diye tepiniyordu. Bazı okumuş arkadaşları da, kültürsüzlüğüne bakmadan giriştiği işlerle acı acı gülerek alay ediyorlardı. Sabri: "Ayağım kokuyor diye beni sevmedin," diyordu. Bazılarını dinlerken yüzünde bir sıkılma izi belirirmiş, birinin yanında ötekinden utanırmış, dilencilere sadaka vermezmiş, Kenan'la Alman hayranı diye alay edermiş, biraz bilince siz anlamazsınız diye azarlarmış, sıkışınca kaçarmış, bekletir aramazmış, kadınların bacaklarına bakarmış, bu yaşa gelmiş daha... Herkes davacıydı. Sonra, hep birlikte, "Bizi başkalarına çekiştirdin!" şarkısını çok sesli kanon biçiminde söylediler.
..."


Bazı şeyleri yapmak için doğru zamanı beklediğimi fark ediyorum. Örneğin Godfather Serisi'ni yeni izledim. Pek çok kişinin liseyi bitirmeden başladığı, üniversiteyi bitirmeden onlarca kez izlemiş olduğu filmleri, okuduğu kitapları yeni yeni görebiliyorum. Cahillikten mi kaynaklanıyor, yoksa aman Allahım çok mu yoğunum... Değil. İkisinin de doğru olmadığını biliyorum. Belki tembellik. Ya da felsefecilerin deyimiyle faydacı yaklaşım. İşime yarayacak mı kaygısı... Neyse ne, saçmalık sonuçta...

Ama geç oluyor güç olmuyor bu aralar bende kavuşmalar. Kendimi kandırmak için mükemmel bir yol buldum mesela: "Ben bu eserleri, şimdiki aklımla hatırlamak istediğim için bu kadar bekledim..."

Hay yaşa Polyanna...


4 Ekim 2012 Perşembe

where i belong to 04: Naked Man

Peter Sellers, kimimizin Pembe Panter serilerinden, kimimizin de Stanley Kubrick filmlerinden yakinen tanıdığı harika bir komedi oyuncusu, bilirsiniz. Beni en çok etkileyen rolü açık ara Kubrick'in Lolita'sında oynadığı Quilty karakteridir.

Ama aşağıdaki çekim, bu filmden değil ne yazık ki... Pembe Panter'den Dedektif Clouseau...

 

3 Ekim 2012 Çarşamba

Jay

Kuzey taraflarından keyfimi yerine getiren bir haberle uyandım bugün. Daha önce okuluma kadar gelmiş olmasına rağmen bir türlü kendisini görme fırsatı bulamadığım Jay Jay Johanson tekrar ülkeme geliyor. 8 Kasım'da İstanbul, 9 Kasım'da Ankara...



8 Kasım'da Jolly Joker'de görüşmek dileğiyle... Sağlıcakla kal İskandinav kardeşim!