Bir kez daha söylüyorum, şiir sevmem. Sevmeyi denedim, ama bence şiir sevecek kadar çok şey yaşamadım -yaşımız genç- belki bu yüzden, belki de bana hep karikatür geldi bu şiir olayı ve ben sarsılıp uyanana kadar devam edecek. Ama bir kişinin şiirleri hariç; ki o da zaten şair olarak tanımladığım biri değil... O bir öykü anlatıcısı olmalı, -storyteller diyor ya ecnebiler, şimdi bizim dile çevirince aynı etkiyi yaratmadı... Ama şair, bilmiyorum yahu, sanırım hayır! Ya da benim şiirden anladığım safi saçmalık, o yüzden şiir olduğunu zannettiğim gibi şiirler yazılacak diye ödüm kopuyor. Sonuçta dönüp Nazım'a bakıyorum, içim açılıyor. Güzel bir ses de eşlik ederse bu dizelere... İşte o zaman hayat bana güzel oluyor. Aşağıda sevgiliye 50'lerde söylenmiş, 2000'li yıllarda yaşayanların ancak kitaplarda olur, dediği dizeler...
hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Nazım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder