Asık suratlı bir adam... Çünkü o, serinin önümüzdeki iki filminde, Sicilyalı koskoca bir aileye Baba'lık edecek... Sadece aileye mi? Dahili ve harici tüm mihraklara korku salacak... O yüzden şimdi biraz gülmesinde bir sakınca yok bana kalırsa...
Al Pacino ve Diane Keaton, setin hazırlanmasını beklerken eğleniyor. Tarihi çıkaramadım. Ya '71 ya '72...
Tüm yapılacakların planlandığı ve yapılmışların ballandıra ballandıra anlatıldığı café...
24 Eylül 2012 Pazartesi
23 Eylül 2012 Pazar
Sıradan Bir Pazar Günü
Doğru bilgi nedir?
Gözlerimizle gördüğümüz mü? Gözlerimiz yeteri kadar iyi görür mü ya da gözlerimizin gördüğü kare, o an orada yaşananları anlatabilen gerçek kare midir?
Peki, ya konuşulanlar mıdır doğru bilgi? Derler ki, şu hayatta reklamın âlâsını fısıltı gazeteleri yapar. Yani bir konu hakkında sırf konuşmak istediği için konuşan kişiler... Sokaktakiler, yanınızdan geçenler, siz, biz... Peki, insanlar konuşmak için bu kadar imkân bulabilirlerken, gerçekten de her konuşmanın arkasından doğru bilginin gelme olasılığı yüzde kaçtır? Sanırım bunu hiç bilemeyeceğiz. Sadece şanslıysak karşılaşabileceğiz ve doğru bilgilerle donatılıp donatılmadığımızı merak etmekle geçecek hayat... E, felsefenin peşine düştüğü sorulardan bir de bu değil mi zaten?
adsoftheworld.com, dünyaca ünlü reklam sitesi, haftanın belirli zamanlarında bazı reklamları paylaşır. Aşağılara serpiştirilen reklam ilanları da yine adsoftheworld tarafından paylaşılan bir haber sitesi için yapılmış bir reklam çalışması. Durduk yerde görünenle bakılanı sordurdu işte pazar pazar...
İlki moda ekolünden geliyor... Kendini başkalarına beğendirmek için, -hadi canım ben kendim için giyiniyorum- yapılan bir takım harcamalar... Hangimiz takmıyoruz ki?
İkincisi biraz daha eğlenceli... En sevdiğim değil ama belki ikinci sıraya koyabilirim onu... Modaya uyduğumuza göre, yine modaya uygun cevval bir şövalye ya da piti piti minyon bir güzellik bulup evlenmeli... Ve patlamaya başlasın havai fişekler!
Üçüncüsüne geldiğimize göre artık... Evet, muhtemelen yerleşik düzene geçtik; güzel bir evimiz, güzel bir evliliğimiz ve muhtemelen koleje başlamış -çünkü artık 5 yaşında bir birey o- mini mini bebelerimiz var. Tüm o Hollywood filmlerinin bana verdiği yetkiye dayanarak, bu Pazar Barbekü Partisi düzenlememizi ilan ediyorum...
Barbekü sonrası pazar akşamlarının vazgeçilmezi... Beyinleri en uyuşturanlar, hepimizin çok sevdiği... Şu pozisyondan sonra, artık yatmalı; yarın işe giderken çocuğu koleje bırakacağız...
Aslında hepsi sıradan hayatın döngüsünü açıklar nitelikte...
Buradan uzaktaki bir hayatın... Bir türlü, yaşamadan anlayamadığımız bir hayatın...
Şaka maka güzel reklam...
*McCann Ajansı, Berlin, Almanya'da hazırlanmıştır.
*Şunu söyler: "Bilgi sahibi olmak herkesin hakkıdır."
Gözlerimizle gördüğümüz mü? Gözlerimiz yeteri kadar iyi görür mü ya da gözlerimizin gördüğü kare, o an orada yaşananları anlatabilen gerçek kare midir?
Peki, ya konuşulanlar mıdır doğru bilgi? Derler ki, şu hayatta reklamın âlâsını fısıltı gazeteleri yapar. Yani bir konu hakkında sırf konuşmak istediği için konuşan kişiler... Sokaktakiler, yanınızdan geçenler, siz, biz... Peki, insanlar konuşmak için bu kadar imkân bulabilirlerken, gerçekten de her konuşmanın arkasından doğru bilginin gelme olasılığı yüzde kaçtır? Sanırım bunu hiç bilemeyeceğiz. Sadece şanslıysak karşılaşabileceğiz ve doğru bilgilerle donatılıp donatılmadığımızı merak etmekle geçecek hayat... E, felsefenin peşine düştüğü sorulardan bir de bu değil mi zaten?
adsoftheworld.com, dünyaca ünlü reklam sitesi, haftanın belirli zamanlarında bazı reklamları paylaşır. Aşağılara serpiştirilen reklam ilanları da yine adsoftheworld tarafından paylaşılan bir haber sitesi için yapılmış bir reklam çalışması. Durduk yerde görünenle bakılanı sordurdu işte pazar pazar...
İlki moda ekolünden geliyor... Kendini başkalarına beğendirmek için, -hadi canım ben kendim için giyiniyorum- yapılan bir takım harcamalar... Hangimiz takmıyoruz ki?
İkincisi biraz daha eğlenceli... En sevdiğim değil ama belki ikinci sıraya koyabilirim onu... Modaya uyduğumuza göre, yine modaya uygun cevval bir şövalye ya da piti piti minyon bir güzellik bulup evlenmeli... Ve patlamaya başlasın havai fişekler!
Üçüncüsüne geldiğimize göre artık... Evet, muhtemelen yerleşik düzene geçtik; güzel bir evimiz, güzel bir evliliğimiz ve muhtemelen koleje başlamış -çünkü artık 5 yaşında bir birey o- mini mini bebelerimiz var. Tüm o Hollywood filmlerinin bana verdiği yetkiye dayanarak, bu Pazar Barbekü Partisi düzenlememizi ilan ediyorum...
Barbekü sonrası pazar akşamlarının vazgeçilmezi... Beyinleri en uyuşturanlar, hepimizin çok sevdiği... Şu pozisyondan sonra, artık yatmalı; yarın işe giderken çocuğu koleje bırakacağız...
Aslında hepsi sıradan hayatın döngüsünü açıklar nitelikte...
Buradan uzaktaki bir hayatın... Bir türlü, yaşamadan anlayamadığımız bir hayatın...
Şaka maka güzel reklam...
*McCann Ajansı, Berlin, Almanya'da hazırlanmıştır.
*Şunu söyler: "Bilgi sahibi olmak herkesin hakkıdır."
Etiketler:
adsoftheworld,
barbecue,
fashion,
fireworks,
goal
21 Eylül 2012 Cuma
Wässerung
Hava nemli. Belki biraz ıslak. Banyo. Evin, duşakabini kırılıp sökülmek zorunda kalan, bu yüzden de klozetten yayılan ağır sidik kokusunun, duş yaparken sıçrayan şampuan köpüklerine karıştığı bu nemli parçasında otuz üç yaşındaki Turgut, klozetin üzerine oturmuş hiçbir bağırsaksal faaliyete girmeden evin duvarlarının badana yapılması gerektiğini düşünüyordu. Evet gerçekten de badanaya ihtiyaç var. Odaları yerleştirdikten sonra o işe bir bakmalı. Ya da aslında yerleştirmeden bakmalı ki, sonra boya telaşıyla tüm o külçe gibi ağır eşyalarla tekrar uğraşmak zorunda kalmayalım.
Banyonun dışından ayak sesleri geliyordu. Birbirine fazla mesafeli olmadıkları anlaşılan, Turgut'un iki adımına karşılık üç adım atması gereken adımlar. Derya bir salona bir yatak odasına gidip gelirken ister istemez kullanıyordu sevgilisinin içinde bulunduğu banyonun önündeki koridoru.
Sıkıldım, diye düşündü Turgut. Klozetten yavaşça kalktı, çünkü dakikalardır üzerinde oturduğu organı klozetin kenarlarına yapışmıştı ve aniden kalkarsa bir daha hiç oturamayabileceğini biliyordu. Bir kere buna benzer bir şey başına gelmişti. Aniden kalktığı klozetin üzerinde görünürde bir şey bırakmamış olsa da, ruhundan bir parça yitip gitmişti. O an, eski usül Çamsakızı ağda yapan kadınlar gelmişti aklına. Şimdi yine geldi, ancak bu kez tedbiri elden bırakmayıp yavaş yavaş kalktığı için kendisini tebrik ederek.
Klozetten kalkınca bacaklarına hücum eden karıncalara karşı henüz bir yöntem bilemiyordu. Belki kan dolaşımını hızlandırmak için üzerine su tutabilirdi. Sıcak su. Fıskiyeye uzanırken, banyonun aynasından kendini gördü. Gözleri önce göbeğine, sonra da başında duran Nazi motorcu kaskına kaydı. Başkaları o an Turgut'u görse, ona dakikalarca gülebilirdi. Ama o gülmedi. Sadece sorguladı. Kendini, hayatını ve Derya'yla olan ilişkilerini.... Fıskiyeye uzanmayı unuttu. Aynada kendine daldı.
Ne kadar zamandır birliktelerdi? Evet, galiba önümüzdeki kasım yedinci yıl bitecekti. Yedi koca sene... Peki ne zamandır bu tarz şeylere vakit ayırıyorlardı... Aşağı yukarı altı senedir... Hani şu olaylı biten Celtic-Rangers maçından sonra... Ben bu akşam Celtic'li olayım, demişti Derya. Turgut'un gözlerinin içi gülmüştü. Ama forma isterim, diye eklemişti Derya. Tamam, demişti Turgut. Bu tarz şeylere ayıracak parası her zaman olurdu.
Peki neden Nazi kaskı acaba, diye düşündü Turgut aynada çıplak vücudunun bir Alman askerinin vücuduna benzeyip benzemediğini gözleriyle tartarak. Banyonun dışından, "Bu tezime çok iyi gelecek" diye seslendi Derya, "teşekkür ederim, aşkım!"
Doğru ya, diye düşündü Turgut. Derya'nın emekli olmayı planladığı öğrencilik hayatı henüz bitmemişti. 'İkinci Dünya Savaşı'nda Öteki Olmak...' başlıklı bir yüksek lisans sunumu yapacaktı. Finaldi galiba, diye düşündü Turgut. Bu arada banyonun dışından aynı ses bir kez daha yankılandı. "5 dakika sonra hazırım," dedi Derya. "Arbeit Macht Frei" dedi içinden Turgut. Bir türlü yabancılaşamıyordu kendinden. Alaycı tavrı her zaman iyi bir şey değildir, diye düşündü bu kez. Ne kadar çok düşünüyordu...
"4 dakika kaldı aşkım!" diye bağırdı yatak odasından Derya. Niye yatak odasında yapıyoruz ki bu işi. Yani ben asker olduğuma göre pekala başka yerde de yapabilirim bu işi. Bir de İsmet İnönü'ye biraz haksızlık yapmıyor muyuz? En nihayetinde kendisi World War II'yi sadece oyunlardan takip eden ve Hitler'i Tarantino'nun filminden dolayı öldürüldü zanneden tertemiz bir nesil bıraktı. Şimdi, gerçekte hiç bulaşmadığımız bir olaya böylesine girmek, neden?
"Aşkım sana sürprizim var. Beklediğinden iki dakika önce hazırlandım. Yani şu an hazırım. Haydi, bekliyorum..." diye seslendi Derya. Sesi duyan Turgut, "Hadi bitirelim şu işi..." diyerek banyonun kapısını açtı ve baştan ayağa karanlığa gömülmüş koridorda yolunu zar zor görüp, arada serin duvara dokunarak kendisini ürperten soğuktan da destek alarak yatak odasına ulaşmayı başardı.
Odayı bir mum ışığı aydınlatıyordu. Yatağa baktı gözlerini doğru odakta tutmaya çalışarak. Derya yatakta üzerinde toplama kamplarında verilen bir kıyafet giymiş, uzanıyordu. Kafası yana, duvara doğru dönüktü. Uyuyor gibi duruyordu, ama Turgut biliyordu, Derya uyumuyordu. Yavaşça sokulmaya başladı. Tam, "Aufwachen Frauenperson!" diyecekti ki, aniden hapşırdı Turgut. Başındaki kask gittikçe ağırlaşmış, vücudunun bilimum yerleri hapşırmanın etkisiyle titremişti. Odaya girdi.
Tam o anda az önce çıkmış olduğu banyodan su şıpırtısı geldi. Tıp, tıp, tıp... Su sesi, Derya için ABD gibiydi. Kesinlikle Fransa değil, çünkü kararlıydı. Tıp tıp'lar yavaş yavaş hızlanmaya başladı ve su bir sızıntı halinde üst katın banyosundan Turgutlar'ın banyosuna boşalmaya başladı.
- Ne yapacağız?, diye söylendi Derya, üzerinde eBay'den aldığı toplama kampı kıyafetiyle.
- Bilmiyorum, dedi Turgut. Üst kata çıkıp haber vermek lazım, yoksa bu sıvalar kafamıza düşecek.
- Tamam ben çıkarım, dedi Derya, Turgut'u baştan ayağa süzdükten sonra. Nasıl olsan kaskın var, sen burada kendini korursun.
Derya banyodan çıkınca garip bir huzur hissetti Turgut. Başından kaskı çıkardı, hepsini olmasa da çamaşırlarının bir kısmını giydi. Kitaplığa uzandı. Oradan Louis-Ferdinand Céline imzalı 'Gecenin Sonuna Yolculuk' adlı kitabı aldı ve altıncı defa okumaya başladı.
Banyonun dışından ayak sesleri geliyordu. Birbirine fazla mesafeli olmadıkları anlaşılan, Turgut'un iki adımına karşılık üç adım atması gereken adımlar. Derya bir salona bir yatak odasına gidip gelirken ister istemez kullanıyordu sevgilisinin içinde bulunduğu banyonun önündeki koridoru.
Sıkıldım, diye düşündü Turgut. Klozetten yavaşça kalktı, çünkü dakikalardır üzerinde oturduğu organı klozetin kenarlarına yapışmıştı ve aniden kalkarsa bir daha hiç oturamayabileceğini biliyordu. Bir kere buna benzer bir şey başına gelmişti. Aniden kalktığı klozetin üzerinde görünürde bir şey bırakmamış olsa da, ruhundan bir parça yitip gitmişti. O an, eski usül Çamsakızı ağda yapan kadınlar gelmişti aklına. Şimdi yine geldi, ancak bu kez tedbiri elden bırakmayıp yavaş yavaş kalktığı için kendisini tebrik ederek.
Klozetten kalkınca bacaklarına hücum eden karıncalara karşı henüz bir yöntem bilemiyordu. Belki kan dolaşımını hızlandırmak için üzerine su tutabilirdi. Sıcak su. Fıskiyeye uzanırken, banyonun aynasından kendini gördü. Gözleri önce göbeğine, sonra da başında duran Nazi motorcu kaskına kaydı. Başkaları o an Turgut'u görse, ona dakikalarca gülebilirdi. Ama o gülmedi. Sadece sorguladı. Kendini, hayatını ve Derya'yla olan ilişkilerini.... Fıskiyeye uzanmayı unuttu. Aynada kendine daldı.
![]() |
| Olaylı bir Celtic-Rangers maçı daha... |
Ne kadar zamandır birliktelerdi? Evet, galiba önümüzdeki kasım yedinci yıl bitecekti. Yedi koca sene... Peki ne zamandır bu tarz şeylere vakit ayırıyorlardı... Aşağı yukarı altı senedir... Hani şu olaylı biten Celtic-Rangers maçından sonra... Ben bu akşam Celtic'li olayım, demişti Derya. Turgut'un gözlerinin içi gülmüştü. Ama forma isterim, diye eklemişti Derya. Tamam, demişti Turgut. Bu tarz şeylere ayıracak parası her zaman olurdu.
Peki neden Nazi kaskı acaba, diye düşündü Turgut aynada çıplak vücudunun bir Alman askerinin vücuduna benzeyip benzemediğini gözleriyle tartarak. Banyonun dışından, "Bu tezime çok iyi gelecek" diye seslendi Derya, "teşekkür ederim, aşkım!"
![]() |
| Kaska odaklan! |
Doğru ya, diye düşündü Turgut. Derya'nın emekli olmayı planladığı öğrencilik hayatı henüz bitmemişti. 'İkinci Dünya Savaşı'nda Öteki Olmak...' başlıklı bir yüksek lisans sunumu yapacaktı. Finaldi galiba, diye düşündü Turgut. Bu arada banyonun dışından aynı ses bir kez daha yankılandı. "5 dakika sonra hazırım," dedi Derya. "Arbeit Macht Frei" dedi içinden Turgut. Bir türlü yabancılaşamıyordu kendinden. Alaycı tavrı her zaman iyi bir şey değildir, diye düşündü bu kez. Ne kadar çok düşünüyordu...
"4 dakika kaldı aşkım!" diye bağırdı yatak odasından Derya. Niye yatak odasında yapıyoruz ki bu işi. Yani ben asker olduğuma göre pekala başka yerde de yapabilirim bu işi. Bir de İsmet İnönü'ye biraz haksızlık yapmıyor muyuz? En nihayetinde kendisi World War II'yi sadece oyunlardan takip eden ve Hitler'i Tarantino'nun filminden dolayı öldürüldü zanneden tertemiz bir nesil bıraktı. Şimdi, gerçekte hiç bulaşmadığımız bir olaya böylesine girmek, neden?
"Aşkım sana sürprizim var. Beklediğinden iki dakika önce hazırlandım. Yani şu an hazırım. Haydi, bekliyorum..." diye seslendi Derya. Sesi duyan Turgut, "Hadi bitirelim şu işi..." diyerek banyonun kapısını açtı ve baştan ayağa karanlığa gömülmüş koridorda yolunu zar zor görüp, arada serin duvara dokunarak kendisini ürperten soğuktan da destek alarak yatak odasına ulaşmayı başardı.
Odayı bir mum ışığı aydınlatıyordu. Yatağa baktı gözlerini doğru odakta tutmaya çalışarak. Derya yatakta üzerinde toplama kamplarında verilen bir kıyafet giymiş, uzanıyordu. Kafası yana, duvara doğru dönüktü. Uyuyor gibi duruyordu, ama Turgut biliyordu, Derya uyumuyordu. Yavaşça sokulmaya başladı. Tam, "Aufwachen Frauenperson!" diyecekti ki, aniden hapşırdı Turgut. Başındaki kask gittikçe ağırlaşmış, vücudunun bilimum yerleri hapşırmanın etkisiyle titremişti. Odaya girdi.
Tam o anda az önce çıkmış olduğu banyodan su şıpırtısı geldi. Tıp, tıp, tıp... Su sesi, Derya için ABD gibiydi. Kesinlikle Fransa değil, çünkü kararlıydı. Tıp tıp'lar yavaş yavaş hızlanmaya başladı ve su bir sızıntı halinde üst katın banyosundan Turgutlar'ın banyosuna boşalmaya başladı.
- Ne yapacağız?, diye söylendi Derya, üzerinde eBay'den aldığı toplama kampı kıyafetiyle.
- Bilmiyorum, dedi Turgut. Üst kata çıkıp haber vermek lazım, yoksa bu sıvalar kafamıza düşecek.
- Tamam ben çıkarım, dedi Derya, Turgut'u baştan ayağa süzdükten sonra. Nasıl olsan kaskın var, sen burada kendini korursun.
Derya banyodan çıkınca garip bir huzur hissetti Turgut. Başından kaskı çıkardı, hepsini olmasa da çamaşırlarının bir kısmını giydi. Kitaplığa uzandı. Oradan Louis-Ferdinand Céline imzalı 'Gecenin Sonuna Yolculuk' adlı kitabı aldı ve altıncı defa okumaya başladı.
![]() |
| Céline hayat kurtarır. |
12 Eylül 2012 Çarşamba
where i belong to 02: Abbey Road
Efsane The Beatles'ın efsane albüm kapağı -yaya geçidinde yürüyen adamlar- hepimizin malumu. The Simpsons'tan, Family Guy'a kendilerine atıfta bulunan onlarca fotoğraf var. Ama aşağıdaki fotoğraf onlardan biri değil. Fotoğrafın öncesindeki fotoğraflardan biri...
Fotoğrafta Paul McCartney, George Harrison'un yakasını düzeltirken...
Fotoğrafta Paul McCartney, George Harrison'un yakasını düzeltirken...
10 Eylül 2012 Pazartesi
where i belong to 01
Tutku her şeyin başı... 'where i belong to' daki tutku, hayatları sahnelere ait olan insanların tutkusu... Buradaki fotoğraflar, her halini her istediğimde göremediğim kişilerin fotoğrafları... Onlarla gülüp onlarla ağlamak; ama çok da ağlamamak... Gel ve katıl!
Fotoğraf Leon'un setinden. Biliyoruz ulan (ulan mı?) dediğinizi duyar gibiyim. Yine de söyleyeyim, içimde kalmasın.
Gary Oldman ve Natalie Portman, 1994
Fotoğraf Leon'un setinden. Biliyoruz ulan (ulan mı?) dediğinizi duyar gibiyim. Yine de söyleyeyim, içimde kalmasın.
Gary Oldman ve Natalie Portman, 1994
![]() |
| Kötü adam ve cimcime... |
5 Eylül 2012 Çarşamba
Red mi Hot?
8 Eylül 2012 Cumartesi akşamını bekliyorum şimdilik... Red Hot Chili Peppers nihayet şehrimde... Şimdi ben bırakıyorum, sevgili Tunç Akın devam ediyor. Dört koldan döktürüyor. Gözleri kapatıp dinliyorum... Konser izlenimleri ise... Haftaya...
Aklımdan Geçen...
Sadece aklıma geldi... Bana 2005 yılından beri "Şu diziyi izle, çok seveceksin..." diyen kimselere soracak sorularım var...
Önerdikleriniz Six Feet Under kadar etkileyici mi? Bunda ısrarcı mısınız? Ciddi misiniz? İnanmakta güçlük çekiyorum. Sanırım hiçbir kuvvet beni buna inandıramayacak.
Bağnazım...
Önerdikleriniz Six Feet Under kadar etkileyici mi? Bunda ısrarcı mısınız? Ciddi misiniz? İnanmakta güçlük çekiyorum. Sanırım hiçbir kuvvet beni buna inandıramayacak.
Bağnazım...
![]() |
| Nate Fisher & Claire Fisher |
Happy Birthday
"The reason we're successful, darling? My overall charisma, of course."
Yakında blog'un adını "Freddie'nin Odası" olarak değiştireceğim gibi duruyor. Ama yine de yazacağım; hatta yazdım. Bugün Freddie Mercury'nin doğum günü... Kutlu olsun! Müzik varken insan başka birşey düşünmemeli ve hatta birşeyin manyağı olmayacaksa o şeyi sevmemeli... Freddie'nin verdiği en evrensel mesaj budur. Mesaj kaygısına meyyalim vallahi kendimden...
Yakında blog'un adını "Freddie'nin Odası" olarak değiştireceğim gibi duruyor. Ama yine de yazacağım; hatta yazdım. Bugün Freddie Mercury'nin doğum günü... Kutlu olsun! Müzik varken insan başka birşey düşünmemeli ve hatta birşeyin manyağı olmayacaksa o şeyi sevmemeli... Freddie'nin verdiği en evrensel mesaj budur. Mesaj kaygısına meyyalim vallahi kendimden...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)











