21 Eylül 2012 Cuma

Wässerung

Hava nemli. Belki biraz ıslak. Banyo. Evin, duşakabini kırılıp sökülmek zorunda kalan, bu yüzden de klozetten yayılan ağır sidik kokusunun, duş yaparken sıçrayan şampuan köpüklerine karıştığı bu nemli parçasında otuz üç yaşındaki Turgut, klozetin üzerine oturmuş hiçbir bağırsaksal faaliyete girmeden evin duvarlarının badana yapılması gerektiğini düşünüyordu. Evet gerçekten de badanaya ihtiyaç var. Odaları yerleştirdikten sonra o işe bir bakmalı. Ya da aslında yerleştirmeden bakmalı ki, sonra boya telaşıyla tüm o külçe gibi ağır eşyalarla tekrar uğraşmak zorunda kalmayalım.

Banyonun dışından ayak sesleri geliyordu. Birbirine fazla mesafeli olmadıkları anlaşılan, Turgut'un iki adımına karşılık üç adım atması gereken adımlar. Derya bir salona bir yatak odasına gidip gelirken ister istemez kullanıyordu sevgilisinin içinde bulunduğu banyonun önündeki koridoru.

Sıkıldım, diye düşündü Turgut. Klozetten yavaşça kalktı, çünkü dakikalardır üzerinde oturduğu organı klozetin kenarlarına yapışmıştı ve aniden kalkarsa bir daha hiç oturamayabileceğini biliyordu. Bir kere buna benzer bir şey başına gelmişti. Aniden kalktığı klozetin üzerinde görünürde bir şey bırakmamış olsa da, ruhundan bir parça yitip gitmişti. O an, eski usül Çamsakızı ağda yapan kadınlar gelmişti aklına. Şimdi yine geldi, ancak bu kez tedbiri elden bırakmayıp yavaş yavaş kalktığı için kendisini tebrik ederek.

Klozetten kalkınca bacaklarına hücum eden karıncalara karşı henüz bir yöntem bilemiyordu. Belki kan dolaşımını hızlandırmak için üzerine su tutabilirdi. Sıcak su. Fıskiyeye uzanırken, banyonun aynasından kendini gördü. Gözleri önce göbeğine, sonra da başında duran Nazi motorcu kaskına kaydı. Başkaları o an Turgut'u görse, ona dakikalarca gülebilirdi. Ama o gülmedi. Sadece sorguladı. Kendini, hayatını ve Derya'yla olan ilişkilerini.... Fıskiyeye uzanmayı unuttu. Aynada kendine daldı.

Olaylı bir Celtic-Rangers maçı daha...

Ne kadar zamandır birliktelerdi? Evet, galiba önümüzdeki kasım yedinci yıl bitecekti. Yedi koca sene... Peki ne zamandır bu tarz şeylere vakit ayırıyorlardı... Aşağı yukarı altı senedir... Hani şu olaylı biten Celtic-Rangers maçından sonra... Ben bu akşam Celtic'li olayım, demişti Derya. Turgut'un gözlerinin içi gülmüştü. Ama forma isterim, diye eklemişti Derya. Tamam, demişti Turgut. Bu tarz şeylere ayıracak parası her zaman olurdu.

Peki neden Nazi kaskı acaba, diye düşündü Turgut aynada çıplak vücudunun bir Alman askerinin vücuduna benzeyip benzemediğini gözleriyle tartarak. Banyonun dışından, "Bu tezime çok iyi gelecek" diye seslendi Derya, "teşekkür ederim, aşkım!"

Kaska odaklan!

Doğru ya, diye düşündü Turgut. Derya'nın emekli olmayı planladığı öğrencilik hayatı henüz bitmemişti. 'İkinci Dünya Savaşı'nda Öteki Olmak...' başlıklı bir yüksek lisans sunumu yapacaktı. Finaldi galiba, diye düşündü Turgut. Bu arada banyonun dışından aynı ses bir kez daha yankılandı. "5 dakika sonra hazırım," dedi Derya. "Arbeit Macht Frei" dedi içinden Turgut. Bir türlü yabancılaşamıyordu kendinden. Alaycı tavrı her zaman iyi bir şey değildir, diye düşündü bu kez. Ne kadar çok düşünüyordu...

"4 dakika kaldı aşkım!" diye bağırdı yatak odasından Derya. Niye yatak odasında yapıyoruz ki bu işi. Yani ben asker olduğuma göre pekala başka yerde de yapabilirim bu işi. Bir de İsmet İnönü'ye biraz haksızlık yapmıyor muyuz? En nihayetinde kendisi World War II'yi sadece oyunlardan takip eden ve Hitler'i Tarantino'nun filminden dolayı öldürüldü zanneden tertemiz bir nesil bıraktı. Şimdi, gerçekte hiç bulaşmadığımız bir olaya böylesine girmek, neden?

"Aşkım sana sürprizim var. Beklediğinden iki dakika önce hazırlandım. Yani şu an hazırım. Haydi, bekliyorum..." diye seslendi Derya. Sesi duyan Turgut, "Hadi bitirelim şu işi..." diyerek banyonun kapısını açtı ve baştan ayağa karanlığa gömülmüş koridorda yolunu zar zor görüp, arada serin duvara dokunarak kendisini ürperten soğuktan da destek alarak yatak odasına ulaşmayı başardı.

Odayı bir mum ışığı aydınlatıyordu. Yatağa baktı gözlerini doğru odakta tutmaya çalışarak. Derya yatakta üzerinde toplama kamplarında verilen bir kıyafet giymiş, uzanıyordu. Kafası yana, duvara doğru dönüktü. Uyuyor gibi duruyordu, ama Turgut biliyordu, Derya uyumuyordu. Yavaşça sokulmaya başladı. Tam, "Aufwachen Frauenperson!" diyecekti ki, aniden hapşırdı Turgut. Başındaki kask gittikçe ağırlaşmış, vücudunun bilimum yerleri hapşırmanın etkisiyle titremişti. Odaya girdi.

Tam o anda az önce çıkmış olduğu banyodan su şıpırtısı geldi. Tıp, tıp, tıp... Su sesi, Derya için ABD gibiydi. Kesinlikle Fransa değil, çünkü kararlıydı. Tıp tıp'lar yavaş yavaş hızlanmaya başladı ve su bir sızıntı halinde üst katın banyosundan Turgutlar'ın banyosuna boşalmaya başladı.

- Ne yapacağız?, diye söylendi Derya, üzerinde eBay'den aldığı toplama kampı kıyafetiyle.
- Bilmiyorum, dedi Turgut. Üst kata çıkıp haber vermek lazım, yoksa bu sıvalar kafamıza düşecek.
- Tamam ben çıkarım, dedi Derya, Turgut'u baştan ayağa süzdükten sonra. Nasıl olsan kaskın var, sen burada kendini korursun.

Derya banyodan çıkınca garip bir huzur hissetti Turgut. Başından kaskı çıkardı, hepsini olmasa da çamaşırlarının bir kısmını giydi. Kitaplığa uzandı. Oradan Louis-Ferdinand Céline imzalı 'Gecenin Sonuna Yolculuk' adlı kitabı aldı ve altıncı defa okumaya başladı.  

Céline hayat kurtarır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder