Sağlık ocağındaki beş ya da altıncı ayınızı bitirdiğiniz bir günün sabahı, "ölü defin raporu"nu yazmanız için cenaze sahibi bir adam gelir. Kasabanın epeyce dışında yoksul bir mahalleye yürüyerek gidersiniz. Ailenin ne akrabası ne de taksiye verecek parası vardır.
İnanılmaz bir yoksulluğun ortasında, sessizce bekleşen insanların arasından, bir odanın köşesindeki sedirde yatan ölü çocuğun yanına varırsınız. Çocuğun yüzü size çok tanıdık gelir. Bir ara gözünüz sedirin yanındaki komodinin üzerinde duran şişeye ve altındaki reçeteye takılır. Kendi yazınızı tanırsınız hemen. Reçetenin üzerinde yarısı içilmiş öksürük şurubu... Tamam. Bu geçen hafta muayene ettiğiniz zatürreli çocuk. Epeyce bir antibiyotik de yazmıştınız ama onlar nerede? Antibiyotikler işe yaramadı mı acaba? Defin raporunu yazmak için kapının girişindeki çekyatta otururken babaya yavaşça sorarsınız:
"İlaçların hepsini kullandınız, değil mi?"
Biraz duralar baba, sonra özür diler gibi konuşur:
"Bugünlerde biraz durumumuz yoktu Doktor Bey. Öksürük şurubunu alalım da iğneleri sonra yaptırırız dedik..."
İşte o günden sonra yazdığınız her reçete elinize yapışır. Çocuk hastaların reçeteleri hele. Geceleri sıkıntıyla uyanır, gündüz yazdığınız reçeteleri bir kez daha geçirirsiniz zihninizden. Yazdığınız ilaçları alıp alamayacağını, nasıl alacağını sormadan gönderemezsiniz artık hastayı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz hayatınızda.
Yukarıda doktor, senarist, oyuncu ve köşe yazarı kimliğiyle zaten yeterince kıskanmakta olduğum birinin, şimdi bir de yazar unvanını kazandığı kitabından aklımda kalan bir parçayı paylaştım. Bu 'biri'
Ercan Kesal. Kitabın adı da
Peri Gazozu.
Kitabın adının nereden geldiği, genel olarak ne üzerine olduğu gibi konularda çok bir şey anlatmaya niyetim yok. Zaten kitabı okumaya niyetlenirseniz, tüm sorularınıza ziyadesiyle tatmin edici cevaplar bulacaksınız. Eğer şanslıysanız ve şimdiye kadar pek yapmamışsanız vicdan meselesini düşüneceksiniz. Buradan uzakta, ama aynı topraklar üzerinde neler oluyor, farkına varacaksınız. En azından benim kitabı okurken ve bitirince başıma gelenler bunlardı.
Genel olarak "Karamsar bir kitap bu yahu..." diye düşünebilirsiniz. Ama sizi temin ederim -
temin etmek- üzücü metinlerden kurulu tüm hikayeler, aslında kitabın içinde yer alan ve umudu alttan alta, belli belirsiz veren cümleleri de içeriyor. Ve anıları da tabi ki.
Ercan Kesal'ın sinemacılığını zaten beğenirdim.
Vavien,
Üç Maymun,
Bir Zamanlar Anadolu'da gibi filmlerde zaman zaman oyuncu, zaman zaman senarist olarak yer alması benim için sinemacılığına ve anlatıcılığına yönelik yeterli referanslardı. Ve tabi bir de "
Kitaptaki öyküleri okumanızı değil, izlemenizi istedim." cümlesi.
Okumayı sevmeseniz bile etkileyici üslubuyla izlemelere doyamayacağınız bir 'ilk kitap' yazmış Ercan Kesal.