5 Temmuz 2011 Salı

'Az'ı Bilir Misin?

“Diyebilirsin ki bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...

Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...”

'Az’ı bilir misiniz?

Hakan Günday’ın Nisan 2011’de, Doğan Kitap’tan çıkan son kitabı. Soyları aynı topraklara dayanan, Derdâ ve Derda adlı, biri kız biri oğlan iki çocuğun hikayesi. Hayatlarına aldıkları insanlarla –kendi istekleriyle veya istekleri olmadan- yoğrulup; onların getirdikleriyle büyümelerinin hikayesi. Bir yandan büyümenin ve büyüdükçe üzerinde yapılan planların yıpratıcılığının vurucu bir öyküsü...




Hakan Günday’ın bu romanındaki sinir bozuculuk bu kez tamamen hikayeden kaynaklanıyor. Önceki romanlara göz attığımız zaman özellikle dikkati çeken şey üslubun kendini okutmasıydı. Belki 'Kinyas ve Kayra' bu anlamda diğer örneklerinden hikaye kurgusu anlamında da ayrılabilir fakat genelde, üslup vurucu; hikaye de üslubun yancısıydı bir bakıma.

Fakat 'Az'da farklı bir dokunuş var. Gerçeklik mi dersiniz, tahammülsüzlük mü; bilemem... Tek bildiğim anlatılan öykünün bu kez ön planda, nam-ı diğer başrolde olduğu. Üslup, diyaloglar ve bunun gibi tamamlayıcı unsurlar, kelimenin tam anlamıyla yan unsurlar olarak kalmışlar bu kez. Hiç birinde ön plana çıkıp, öyküden rol çalmak gibi bir gayesi yok.

Oğuz Atay var örneğin kitabın içinde, ki adının edebiyat camiasındaki büyüklüğüne dayanarak onun bile rol çalamadığı bir kitapta neler anlatılmış, nasıl anlatılmış olabilir varın siz tahmin edin. Ya da okuyun aslında çünkü tahminden daha sağlam sonuçlar elde etmek için böylesi daha iyi...

Bir sahil kitabı değil 'Az', her ne kadar okumak için yazın gelmesini beklemiş olsam da. Yani kitap okuma hayallerinin iki dekoru vardır ya genelde... Ya yazlıkta serin birşeyler içerken bir yandan da kitaba gömülmek gelir akıllara; ya da yağmurlu bir günde pencere kenarına konuşlanıp, kitaptan bir sayfa; sıcacık kahveden bir yudum almak. Yağmurun çisildemesi de ambiyansın tamamlayıcısı...

Ancak bu kez, daha önce de dediğim gibi, bir sahil ya da cam kenarı kitabı değil elimizdeki. Çünkü rahatlatmak gibi bir isteği yok. Ya da kitabı okuduktan sonra daha iyi insanlar olmuyoruz hiçbirimiz. Eğer kitaptaki karakterlere benzemiyor, ya da onlara benzer tiplerle sık sık karşılaşmıyorsak “Waoww! What the fuck!” deyip çıkabiliyoruz işin içinden. “Nasıl kurgulamış ya, herif! Tüylerim diken diken oldu... Biraz mola vereyim; sonra baştan sona bir kez daha okuyayım...”

Ama eğer çevrede veya kendinizde az biraz benzerlik varsa karakterlerle; sanırım o zaman kitabı yakmak en iyisi. Çünkü çok az iyi karakter var ki onlarda da yakınlığa dair bir iz yok...

Peki bu bir sahil kitabı değil, cam kenarı kitabı hiç değil... Neresidir bunun yeri? Bence tuvalette okunmalı bu kitap. Evet, çok ciddiyim. Tam klozetin üstünde. Derda ve Derdâ türlü türlü boklanmış, içi çürümüş, bitmiş, bitirmeye şartlanmış karakterle karşı karşıya gelirken; yapabileceğiniz en iyi şey onları layık oldukları yerle ödüllendirmek. Sadece Derda ve çevresindeki bir iki kişi; Derdâ ve çevresindeki bir iki kişi kalsın ödüllendirilmeyen... Çünkü onlar temiz; diğerleri gibi bitik değil.

Yine de bu son istek, aslında kitaba bayıldığım için kendimi tutamadığım bir istek... Zihnen yorucu, fakat sayfaların akıp gitmeyi bir borç bildiği bir roman bu...

İnternetteki eleştirilerde Günday’ın kitabı yazmak için biraz daha beklemesine dair okuduklarım geliyor aklıma. Bu eserden tatmin olmuş bir bünye için biraz daha demini salması beklenmiş bir kitap nasıl olurdu merak ediyorum. Ve her Günday kitabının sonunda olduğu gibi, yine bir hüzün sarıyor beni. Şimdi yenisi için en az bir yıl daha kim bekleyecek?  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder