
Ece diyordum...
Ece'ye bu özlem hissi dönem dönem ataklar halinde oluyor bende. Milliyet'ten ayrıldığında da bir sonraki görüşüme kadar çok fazla özlemiştim onu. O aralar Habertürk'e de geçmemişti yanlış hatırlamıyorsam. Bir kitap vardı ortaya çıktığında elinde. Adı 'Muz Sesleri'. İki kez imzalatmıştım o kitabı. Gülmüştü ikinci kez imzalatışımda. "Ne yapayım, geçiyordum. İmza gününüz olduğunu gördüm. Bir selam vermezsem olmayacaktı..." demiştim, gülmüştü. "Bahanesi de kitap imzalatmak olsun, dedim." demiştim. İyice kahkaha atıp, "Eyvallah!" çekmişti.
Son haftalarda Ece'yle alakalı yazılara ve kalemini ona doğrultan karalama timinin hareketlerine bakıyorum. Felaket bir yalnızlaşma havası bırakıyor benim bile üzerimde. Böyle karından, tam göbek altından başlayıp kalbi sıkıştıran bir ağrı vardır ya; hani öküz oturdu göğsüme denir- işte aynen öyle bir ağrı. "Yalnız hissettiriliyoruz; üstelik bu durumun bizimle de bir ilgisi yok" hali bu. Durduk yerde keyif kaçıran. Toplanan insanların arasındaki anlık bir sessizlik durumu ruh hali. Birileri yeni cümleye girene kadar geçen milisaniyeler içindeki sadece önüne bakabilme hissi...
İşte Ece'nin de öyle günlerden geçtiğini düşünüyorum. İşlerin beklemediği kadar pisleştiği ve artık ara bulucunun arada kaldığının daha net bir şekilde gözüne sokulduğu o kadar bariz ki...
Habertürk macerasına dönüp bakıyorum şimdi. Garip... İnsanların gazetelere flaş transfer adı altında getirilip, sonunda çat diye yazıları gerekçe gösterilerek atılması çok anlamsız değil mi? Ya da fazla mı çocuksu bir soru oldu bu? Babam böyle pasta yapmayı ne zaman öğrendi?
Ece'nin yeni kitabı çıktı. Adı 'Kayda Geçsin'. Ben henüz okumadım. Fakat bu bir ön yazı. Onu çok özlemiştim, iyi geldi. Şimdi sağlam bir 'yaşadığım dönem analizi' görmeye can atıyorum. Kitap masamın üzerinde ve ben muhtemelen bir korku tünelini anlatacak bu kitaba başlamaya sırf beynimdeki yeni cümlelere ulaşabilmek için sabırsızlanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder