24 Aralık 2013 Salı

Her

- Can you feel me with you right now?
- I've never loved anyone the way I love you.



Yönetmen Spike Jonze'u daha önce Being John Malkovich adlı filminden tanıyorum. O filmi çok samimi, sıcak, biraz da değişik bulmuştum. Yeni filmi, Her'de, bana kalırsa geçen yıl The Master'daki rolüyle Oscar alması gereken Joaquin Phoenix'i tercih etmiş. Bu adamın oldukça sükse yapan The Gladiator'deki başarısından sonra ortalıktan kaybolmasını çok can sıkıcı bulmuştum. Tamam, Joaquin'le yatıp Joaquin'le kalkmıyordum ama yine de yetenekli bir adamın bir meczupa dönüşmesi, takdir edersiniz ki oldukça can sıkıcıdır. Neyse ki o kem günler bitmiş gibi görünüyor. Geçen yılki başyapıt The Master'dan sonra şimdi Her'de, yine ilginç bir rolde karşımızda kendileri. Üstelik bu sefer kendisine, fragmanlardan anladığımız kadarıyla hiç görünmese de, Scarlett Johansson da eşlik ediyor. Bence güzel bir film hazırlamış olmalı bize bu kadro.

14 Şubat 2014'te ülkemizde vizyona girecek filmin konusu şöyle:

Theodore Twombly hayatını, yakın gelecekte nadir bulunan bir şeye dönüşecek olan el yazımı mektupları yazarak kazanmaktadır. Ve bugünlerde artık insanların işlerini, bilgisayar programları yerine getirmektedir. Theodore, karısından boşandıktan sonra bir apartman dairesinde tek başına yaşamaya başlar ve bir gün karşılaştığı bir teknoloji reklamıyla birlikte hayatı değişir. Kusursuz bir yapay zeka sistemi sunan yeni telefon modeli, onu son derece çekici bir kadın olan Samantha ile tanıştırır. Sanal bir varlık olan Samantha, Theodore'u dünya ve hayat üzerine sorduğu sorularla bambaşka bir gerçeklikle tanıştırır. Ağır bir depresyonun içerisinde olan Theodore, yavaş yavaş hayatın keyifli yanlarını fark etmeye başlarken yapay zeka programıyla arasındaki ilişki de gitgide tuhaflaşır.

Fragmanı da gayet başarılı... Neyse, yeni yılı beklemek için ufaktan da olsa bir sebep daha çıktı.


4 Aralık 2013 Çarşamba

gibiamadeğil 28: Bilirim bir kışa hazırlanmayı

Kışın soğuğu varsa, bizim de Turgut Uyar'ımız var.
Bilirim bir kışa hazırlanmayı, en sevdiklerimden. Turgut Uyar'ın Tomris Uyar'ı özlediği gibi özlüyorum bazen kış mevsiminde aklıma takılıp kalan kimseleri...
 
"...
Şimdi tutalım bu diriliği artık. Zamanıdır.
Zamanıdır. Neredeyse kar başlar. Küçük kuşlar ölür.
Semerciler ve dilsizler ölür.
Seninle ben kalırız. Yeni bir yaşamaya.
Gökler ve kentler ufalır. Seninle ben kalırız.
O şarkı sanılanlar bir kavga halini alır.
Neredeyse kar başlar.
Birini düşünür gibi oluruz. 
Biliyorum ellerin de üşür.
Biliyorum ama ısıtabilirsin onları. 
O ateşte.
Hazırsın da. 
Biliyorum.
Ama sana bir boyun atkısı gerek.
Kış geldi."


3 Aralık 2013 Salı

Taş Kağıt Makas

Taş makası kırar; taş kazanır.
Kağıt taşı sarar; kağıt kazanır.
Makas kağıdı keser; makas kazanır.


Geçenlerde "Reklam sektöründe yaratıcılık öldü, ruhuna fatiha!" temalı bir yazı okudum. Sektörün ileri gelen kimselerine bu konuyla ilgili düşünceleri sorulmuştu. Cevaplara bakınca bu kişilerin, "Yaratıcılık öldü!" önermesine tamamen katılmadıklarını görmüş oldum. Evet, ortada bir yaratıcılık sıkıntısı vardı. Ama bu durum, ilk olarak müşterilerin cesaretiyle ilişkilendiriliyordu. Yoksa reklamcılar çılgın atmaya her zaman hazır ve nazırdı. Yeter ki müşteri beğensin, çalışma arkadaşları cesaretlendirsin ve yapılan işler uygulanınca, emekler boşa gitmesin. İşler istenildiği gibi gelişirse, sonuçta bize her yer yaratıcılıktı...

Bir diğer durum daha vardı bu başarısızlık durumuyla ilgili. Aslında hiç de küçümsenmemesi gereken bu diğer durum; teknoloji çağıyla kaba tabirle piçliğe çalışan beyinlerin bir araya gelmesiydi. Bu yaratıcı beyinler, üretimin âlâsını yapıyordu şu günlerde. Farklı fikirleri, farklı platformlarda, üstelik kimseye kabul ettirme kaygısı taşımadan paylaşıyorlardı. Son birkaç yılda internette fenomen haline gelmiş, zaytung, inci caps gibi fikirler de hep bu ahalinin oyunlardı. 

Neyse... Sonuçta yukarıdaki gibi bir paylaşım gördüm bugün. Aklıma o yazı geldi. Öyle bir bahsedeyim istedim. "Bahane üretmek istersen kolaylıkla üretebilirsin." Buna katılıyorum. Ama yine de içime bir kurt düşmedi değil...

1 Aralık 2013 Pazar

gibiamadeğil 27: Bereketli Topraklar Üzerinde

Bir süre konuşmadılar. Ortalık iyice kararmıştı. Çevrelerinde ateşböcekleri uçuşuyor, yakınlardan insan mırıltıları geliyordu. Birden yanık bir gazel yükseldi. Ta yürekten kopup gelen, halinden, dünyasından dertli bir gazeldi. Yusuf’un içi büsbütün kabardı. Ellerini yüzüne kapadı, kana kana, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Neden sonra da tam tersi oldu. Gözyaşlarının kaynağı sanki birden bire kurudu. Sinirlenmişti hatta. Sanki Pehlivan Ali’nin anası karşısındaymış da, “Oğlumu Çukurova’ya sen götürdün, patozlara sen yem ettin, Alimi senden isterim!” diye yakasına yapışmışçasına, “Bana ne?” dedi. “Benim elimde ne var? Ben icat çıkardıysam kötülüğüne mi? Elin avradını al da yazının yüzüne mi kaç dedim? Gitmeseydi. Yazıya mazıya gitmeseydi. Adam olaydı da duvarcılık belleyeydi; öyle değil mi ama Mıstık?”

Hidayet’in oğlu, “Hiç canım,” dedi.

“Bana ne anam derim, oğlunu ben öldürmedim ya. Deli kafasının dikine gitti. Allah vermeye kendir kement zapt mı ediyordu? Karınca kanatlanmazsa zeval bulmaz derdi emmim. Doğru. Ali de kanatlanmayaydı… Doğru mu eğri mi?”

“Doğru arkadaş, bıçak gibi dosdoğru laf!”

“Lakin denmez be Mıstık. İnsanlığa sığmaz be. Neden dersen, insan dediğin bir insan ya canını vermeli insanlar için ya da gölge etmemeli dünyamıza!”

Hidayet’in oğlu hiçbir şey anlamadığı halde, “Doğru,” dedi.

“En iyisi, sövüp saysa bile cevap vermemeli, o değilden gelmeli. Zaten ciğeri yanık fukara avradın…”

Hidayet’in oğlu yeni bir sigara yakacaktı, sigarası tükenmişti. Yusuf’tan istedi. Yusuf paketle kibriti uzattı. Hidayet’in oğlu bir sigara yaktı, sonra kibritle paketi cebine soktu.



Orhan Kemal'in en sevdiğim kitabı Bereketli Topraklar Üzerinde. Yukarıdaki kısım da aslında kitabın sonlarında yer alan sağlam bir 'spoiler' içerir. Ve fakat ben bu tip kitaplarda 'spoiler' olayının çok abartılmaması gerektiğini düşündüğümden, rahat rahat dökülüverdim gitti. Okumayanlara keyifli okumalar olsun...