Bir süre konuşmadılar. Ortalık iyice kararmıştı.
Çevrelerinde ateşböcekleri uçuşuyor, yakınlardan insan mırıltıları geliyordu.
Birden yanık bir gazel yükseldi. Ta yürekten kopup gelen, halinden, dünyasından
dertli bir gazeldi. Yusuf’un içi büsbütün kabardı. Ellerini yüzüne kapadı, kana
kana, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Neden sonra da tam tersi oldu.
Gözyaşlarının kaynağı sanki birden bire kurudu. Sinirlenmişti hatta. Sanki
Pehlivan Ali’nin anası karşısındaymış da, “Oğlumu Çukurova’ya sen götürdün,
patozlara sen yem ettin, Alimi senden isterim!” diye yakasına yapışmışçasına, “Bana
ne?” dedi. “Benim elimde ne var? Ben icat çıkardıysam kötülüğüne mi? Elin
avradını al da yazının yüzüne mi kaç dedim? Gitmeseydi. Yazıya mazıya
gitmeseydi. Adam olaydı da duvarcılık belleyeydi; öyle değil mi ama Mıstık?”
Hidayet’in oğlu, “Hiç canım,” dedi.
“Bana ne anam derim, oğlunu ben öldürmedim ya. Deli
kafasının dikine gitti. Allah vermeye kendir kement zapt mı ediyordu? Karınca
kanatlanmazsa zeval bulmaz derdi emmim. Doğru. Ali de kanatlanmayaydı… Doğru mu
eğri mi?”
“Doğru arkadaş, bıçak gibi dosdoğru laf!”
“Lakin denmez be Mıstık. İnsanlığa sığmaz be. Neden dersen,
insan dediğin bir insan ya canını vermeli insanlar için ya da gölge etmemeli
dünyamıza!”
Hidayet’in oğlu hiçbir şey anlamadığı halde, “Doğru,” dedi.
“En iyisi, sövüp saysa bile cevap vermemeli, o değilden
gelmeli. Zaten ciğeri yanık fukara avradın…”
Hidayet’in oğlu yeni bir sigara yakacaktı, sigarası
tükenmişti. Yusuf’tan istedi. Yusuf paketle kibriti uzattı. Hidayet’in oğlu bir
sigara yaktı, sonra kibritle paketi cebine soktu.
Orhan Kemal'in en sevdiğim kitabı Bereketli Topraklar Üzerinde. Yukarıdaki kısım da aslında kitabın sonlarında yer alan sağlam bir 'spoiler' içerir. Ve fakat ben bu tip kitaplarda 'spoiler' olayının çok abartılmaması gerektiğini düşündüğümden, rahat rahat dökülüverdim gitti. Okumayanlara keyifli okumalar olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder