10 Nisan 2011 Pazar

Ey insanlar, ben bir copum!

Dostlar Tiyatrosu… Saat 14 civarı... Genco Erkal’la saat 15.00’te başlayacak Aziz Nesin imzalı ‘Nereye Gidiyoruz?’ adlı oyun öncesi kulisteyiz. Arkadaşım Günce’yle tiyatro ve Türkiye’de sanatçılık üzerine etraflıca bir söyleşi gerçekleştiriyoruz… Perspective için... 
Soruyor bize üstat, “En son hangi oyunumuzda bizleydiniz?” diye. 
Günce’nin cevabı yerinde… “Aslında ‘Nereye Gidiyoruz?’ u geçenlerde izledim.” 
Fakat benim yanıtım önümüzdeki üç saati şekillendiriyor. 
“En son ‘Sivas 93’ oyununuzu izledim…” 
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle patlıyor üstat… 
“Cezalısınız diyor… Bugünkü oyunu izleyeceksiniz o zaman!” 
Üzerimizdeki otoriter bakışları ve sesiyle, istese bizi yeni bir dine mensup edebilecek kadar etkiliyken bile, nezaketi elden bırakmıyor. 
“Bir işiniz yok değil mi? İzlemek ister misiniz?”
“İstemek mi? Bayılırım hocam” diyorum. 
Gülce’ye bakıyorum, onun da ağzı en az benimki kadar kulaklarında.

Bitiyor söyleşi… Üstat dışarı çıkıp kapıdaki görevliye, “Çocuklara iki kişilik davetiye istiyorum” diyor. Sonra da bize dönüp, “Görüşmek üzere” diyerek oyuna yarım saatten az zamanı kalmış bir halde hazırlanmaya gidiyor. Kıpır kıpır, benim diyen gence taş çıkarır… Sağ olsun, daha uzunca bir süre var olsun, yakınımızda olsun…


Oyundan aklıma düşen sağlam bir tirad… Aziz Nesin’in kalemi, Genco Erkal’ın eşsiz oyunuyla… Sahnelerden böylesi yüce gönüllülerin eksik olmaması dileğiyle…



“Ben bir copum! Benim aslım Amerikalı. Amerika'dan buraya önce demokrasi geldi, sonra cip, arkadan da cop… Yani ben geldim. Ciple cop, biz ikimiz demokrasinin açtığı yoldan geldik…

Ben bir copum! Buraya Amerikan yardımıyla, Amerikan yardımından geldim. Kuyruğa girmedim ama uyruğa girdim, buyruk oldum. Her şeyin sıkıntısı çekildi, çekiliyor. Otomobil lastiği, yedek parça bulunmasa da ben bulurum. Benim sıkıntım hiç çekilmedi, bol bol ihtiyacı karşılarım.

Ben bir copum! Yüzüm karadır. Yumuşak görünürüm ama yumuşaklığıma aldanmayın. Benden önce benim yerime kullanılan meşe odunu, kızılcık sopası bile merhamete gelir, kırılır, ama ben kırılmam. Usta bir politikacı gibi yüzüm hem kara, hem yumuşaktır. Eğilir, bükülürüm, ama hiçbir zaman kırılmam.

Ben bir copum! kendini bilmezlere kendilerini de bildiririm, kendimi de... Benim yerim, polislerin beli ve elidir! İş görmediğim zamanlar, tıkız bir kara yılan gibi, kapı arkasındaki çivide kuyruğumdan asılı dururum.

Ben bir copum! Yirminci yüzyılın en büyük buluşu benim. Atommuş, hidrojen bombasıymış, benim yanımda hiç kalır. Şimdi Demokles'in kılıcının yerine ben geçtim. Hürriyet, benim gölgemde uyuklar. Ben onun başında sallanır dururum.

Ben bir copum! Vurduğum yerden ses getiririm. Benim getirdiğim ses, hem usulsüz, hem notasızdır. Ama insanlara her makamdan yanık türküler çağırtırım. Karşımda dilsiz olsa, dilenir, kargalar papağan olur, dil bilmeyen bülbül kesilir. Yargıçtan önce insanları sorguya ben çekerim. Karşımda talimli maymuna dönersiniz.

-Konuş! derim, konuşursunuz.
-Sus derim, susarsınız.
-Allah, allah! diye bağırsanız da, ben yanık, acıklı seslerinizi duymam. Vücudum vardır ama kulağım, gözüm, yüreğim yoktur.

Ben bir copum! Toplananları dağıtan benim. Gazetecilerin beynine inen benim. İthal malı hürriyeti dimdik ayakta tutan, biçimsel demokrasiyi koruyan benim.

Ey insanlar, ben bir copum! Size son sözüm şudur: kulağınıza küpe olsun! Başka birinin kafasına, beline indiğim zaman, onun acısını siz kendinizde duymazsanız; yarın size, kafanıza, belinize inerim. Başkası coplanırken "Ooooh olmuş" dersiniz, yarın siz de "Ooooh olsun" diyeceklerini unutmayın. Benim yaradılışım bu. Şimdi sevinenler, yarın coplanmayı hak etmişlerdir. Hiç dinlemem, inerim beyinlerine, bellerine…

Ey insanlar, ben bir copum! Cop sesine kulak verin."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder