5 Ekim 2011 Çarşamba

Evde Volta Atmaya Neden Olan Film



Uzun zamandır izlemek istediğim bir film vardı. Hani şu vizyondayken kendinizi yırtarsınız ama sürekli bir şey çıkar ve gidemezsiniz ya... İşte bu film de benim için o listedeydi.  Üstelik onu görmeden önce yapılması gereken tüm hazırlıkları yapmıştım. Alıp kitabını okumuştum, söyleşilerine göz atmıştım; yani her şey tastamam hazır gibi gözüküyordu. İşin en önemli kısmı, sinemaya yanımda götüreceğim kişi bile hazırdı. Hatta onun ikinci izleyişi olacaktı ama olsundu, tekrar tekrar izleyebilirdi. Zaten aklıma kitabı da yazarı da o sokmuştu; yani beni götürmek görevi ona düşerdi...


Bahsettiğim film: Bizim Büyük Çaresizliğimiz... Barış Bıçakçı'nın romanından uyarlanan filmin konusuna bakalım önce... Filmin internet sitesi http://www.bizimbuyukcaresizligimiz.com adresindeki konu bölümünden...






Lise yıllarından beri sıkı dost olan Ender ve Çetin, uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra, Çetin’in Ankara’ya dönüşüyle tekrar biraraya gelmişler ve ilk gençlik hayallerini otuzlu yaşlarının sonunda gerçekleştirip, aynı evde yaşamaya başlamışlardır.


Günün birinde Almanya’da yaşayan yakın arkadaşları Fikret, Türkiye’de bir trafik kazası geçirir. Kazada Fikret’in Ankara’da yaşayan anne ve babası ölür, kendisi de yaralanır. Almanya’ya dönmesi gereken Fikret, Ender ve Çetin’den, Ankara’da üniversite öğrencisi olan kız kardeşi Nihal’in okulunu bitirene kadar, iki yıl boyunca, onlarla kalmasını ister.


Üçüncü birinin eve gelmiş olması ilk başlarda ikisini de rahatsız eder, ölümlerin travmasını atlatamayan Nihal de onlarla iletişim kurmak istemez, ama zamanla birbirlerine alışırlar. Aralarında ev merkezli üçlü bir yakınlık oluşur. Nihal çevirmen olan ve sürekli evde çalışan Ender’le daha entelektüel düzeyde bir iletişim kurmaya çabalarken, mühendis olan ve akşamları eve gelen Çetin’le daha çok gündelik hayatın pratiği üzerinden ilişki kurar. Kaçınılmaz olan gerçekleşir ve görünüşte koruyucu, kollayıcı, soğukkanlı, ne yapması gerektiğini bilen, Nihal yaşadığı felaketten makul adımlarla uzaklaşsın diye ona nerdeyse ebeveyn olan Ender ve Çetin, birbirlerinden habersiz bir şekilde Nihal’e âşık olurlar. Tüm bu süreç Ender ve Çetin benzersiz dostluğu üzerinde hayat bulur: Aralarındaki aşka benzer yakın dostluk, ortak geçmişlerinin mitolojisi, zamanın geri döndürülemezliği...


Uyarlama eserlerin bir negatif tarafı vardır, bilirsiniz... Yazılı bir eserden uyarlama bir filmi ya da bir oyunu izlerken, oradaki canlı kanlı oyuncuları bir türlü kendi kafasında yarattıklarının yerine oturtamaz genelde izleyici. İzlediğim uyarlamaların nereden baksanız onda dokuzu, pek çok kişi gibi bende de var olan bu ön yargıda haklı olduğumu gösterdi bana. Fenalardı. Hiç çekmeseler de olurmuş gibi... 


Fakat 'Bizim Büyük Çaresizliğimiz' o onda birlik kesimde rahatça yer buldu kafamda. Şüphesiz bunda ilk kutlanması gereken, filmin senaryosuna da katkıda bulunan yönetmen Seyfi Teoman. İçime daha önceki filmi, 'Tatil Kitabı'yla hafakanlar bastırmıştı bu yönetmen. Fakat bu kez muhtemelen insanda merak duygusunu kabartan bir konuyu da seçerek çıktığı için karşımıza, ister istemez akıyor film. Başrollerde İlker Aksum ve 'Muhteşem Yüzyıl'ın Matrakçı'sı Fatih Al da on numara bir performans ortaya koymuşlar...


Eksikleri yok mu? Elbette var. Örneğin İlker Aksum'un oynadığı Ender karakterinin neden o kadar düzgün -en azından gündelik dilden biraz uzak diyelim- konuştuğu romanda anlaşılıyordu. Fakat burada biraz havada kalmış gibi gözüküyor.




Ve Ankara. Ankara'da geçen bir hikayenin, gerçekten Ankara'da çekildiğine inanmamız için, filmin aşağı yukarı 1 dakikasını dış plandan Ankara görüntülemesine ayırmış yönetmen. Film normalde de durağan olmasına rağmen, ileri almama neden oldu bu sahnelerin uzunluğu... 


Romandaki samimi dilin filme tam olarak geçebildiğini de düşünemedim bir türlü. Ama bu kötü bir şey değil kanımca. Çünkü bazı filmler seyirciye sırtını yaslamayı düşünürken, bazıları bakın biz böyle yaşıyoruz, gelin şahit olun! der gibiler... Bu da şahit olun diyenlerden... 


Kitapta -elbette okuyucuyu maziye saçma flashbacklerle yollamamak için, ortaya "Biz şöyle yapmaz mıydık be Çetin?" diye geçmişe dair doğrulatma soruları atardı Ender. Bu anlamlandıramadığım bir salgı yayardı vücuduma. Hoşuma giden, sıcak bir soru; içten. Fakat filmde daha çok hepsi karakterlerin alt metinleri olarak kalmış gibi duruyor. Sanki İlker Aksum gerçekten 'Ender', Fatih Al da gerçekten 'Çetin'miş gibi. Hani onlara karakterlerinin geçmişiyle ilgili soracağın tüm sorulara birer yanıtları varmış gibi... En çok bu kısmını sevdim filmin. İnandım yani kısacası. 






Aynı evde yaşayan bu iki adamı hafif değiştirecek olursak, Ender'den 'Anne'; Çetin'den de 'Baba' figürü canlanıyor insanın gözünde. Kahrolası şark kafası, ne yapalım? Eve parayı baba getirir bilinçaltıyla oluşan saçmalık... Sanırım gerçekten de insanlar uzun süre bir mekanı paylaşınca kendini farklı rollerde görmeye de başlayabiliyorlar. Çok fazla role modeli olmadığı için de iş ya anneliğe ya da babalığa kayıyor; o yüzden film boyu iki dostun ilişkilerini izlerken bu düşünceyi atamadım kafamdan...


Bunu düşünürken de bir aşağı bir yukarı elim çenemde gezinip durdum...






2 yorum:

  1. evet blogunu kesfettim gasp ediyorum an itibariyle-
    ben kitabi cok cok cok cok cok cok begenmistim.
    film bence kitabi okuyan biri icin bi' sey ifade ediyor sadece.
    cunku aynen dedigin gibi bir cok sey havada kaliyor.
    ama yine de cok duzgun cok hos bir film.

    topragi bol olsun-

    YanıtlaSil
  2. eleştiri çok güzel geldi, iyi ki keşfetmişsin :)
    saçma sapan kafalar yaşarken, iş yapan beyinlerin çekip gitmesi canını sıkıyor insanın. toprağı bol olsun.

    YanıtlaSil