Oyunlarla Yaşayanlar, Oğuz Atay sy. 53 (İletişim Yay.)
Oğuz Atay'ın 'Oyunlarla Yaşayanlar' adlı tiyatro oyunu, yazdıklarını tatbik ederken rolden role giren tiyatro sevdalılarının, girdikleri rolden çıkamayışını konu edinir bir bakıma. Yazarın, klasik, yüzleri ufak gülümseme kırışıklarıyla dolduran üslubu, tiyatro oyununda da ön planda. Aynı 'Tehlikeli Oyunlar'da, 'Korkuyu Beklerken'de olduğu gibi üslup okuru kitabın başlarında kanatlandırıp, sonlarında yere atar cinsten. Vurucu, özendirici... Oyunlarda ve romanlarda yaşamaya davet edici. E, okur ne yapsın, araya başka kitaplar alıp, sonra dönüp dolaşıp yine aynı metinlerde buluyor kendini.
Oyunda, tiyatro aşığı -işe yaramaz!- oyun yazarı Coşkun'un tiradı var italik alanda. Biraz alkolün de yardımıyla attı tabi bu naraları. Başlarda halkından af diler gibi, ama daha çok kendi kendisiyle hesaplaşma maksadındaydı bunu yaparken. Durdurmaya çalışanlar da oldu onu ama o dinlemedi. İçindekiler artık tutulamaz hale gelmişti çünkü. Koyverdi gitti. Yazdıklarıyla yaşıyordu ve tarih öğretmeni geçmişi, kendisini milletine karşı sorumlu hissetmesine neden oluyordu. O kadar kafa karışıklığının içinde bir de milleti için endişelenince insan, patlama kaçınılmaz oluyordu.
Türk aydınının kafası Tanzimat'tan beri karışık. O karışık kafaların, söylemlerini harekete geçirmekte ne kadar yatkınlığının olduğunun da dev bir gösterimidir bu oyun. Tanzimat'tan beri bu böyledir, çünkü aydın, Tanzimat'tan beri sürekli ekseniyle oynar. Kafasındaki varılacak imaj sürekli hareket halindedir. Her konu hakkında fikir yürütebilen aydın kişi, iş gelip de kapıyı çaldığında bu kafa karışıklıklarının cezasını çeker, çekmektedir. Karar mekanizmasının doğal haline bırakılmayıp, durmadan değiştirilmesi; aydının yapacağı hamleleri de tahmin edilemez hale getirir. Aydının kendisi için bile bu durum böyledir. İşte burada, tiradın sahibi Coşkun karakterinin kendisiyle yüzleşme nedeni açığa çıkar. Coşkun kendini aydın olarak görüyor olabilir ama daha varoluş sorununa tatmin edici bir cevap bulamamış bu kişi, eyleme nasıl geçebilir? Eylemsizlikle geçmiş bir hayatın doğal sonucu değil midir gülünç duruma düşme korkusu? Dolayısıyla milletle alakalı akıl yürüten kişinin millet karşısında gülünç duruma düşme korkusuyla hareket etmesi ne kadar kara bir mizahtır, fark ettiniz mi?
Çok fazla dikkate alınacak nokta var bu oyunda fakat bu tirat, şu günümüze de sağlam bir göz kırpıyor bana kalırsa. Millet, millet olma bilinci, kafadaki millet imajı, "Bir saniye şimdi hangi etnik köken benim milletimdendi, unuttum!" falan gibi tartışmalar, bunların hepsi milletten daha çok milletle ilgili fikirlerini satmaya çalışanların derdi gibi. Tamamen kafaları karıştırmaya yönelik ve işe yaramaya başladı. Sınıf çatışmasına giden yol, millet kargaşasıyla açıldı. Kabul edilebilir tabi, itiraz yok... Tartışmak doğaldır, zekayı zinde tutar falan filan... Ama bir yerden sonra artık millet ölmüş de ölünün arkasından konuşuluyormuş gibi hissediyordum son birkaç zamandır. İşte bunun üzerine bir de kitapta böylesine vurucu bir paragraf görmüşken, çözülüverdi dilim, parmaklarım... O millet işi sizin bildiğiniz gibi değil, diye caka satacak halim yok. Ama bir millet var milletten içeri! (Ahan da klişe) Tartışadurun tamam, ama biz de buradayız...
Ve millet olarak bir şeyleri tartışmak için Oğuz Atay'dan öğrenmemiz gereken birkaç şey var bence. En azından gülerek ama yine de ciddiye alarak tartışabilme faslını atlatsak, o da bir şey...
Böyle misafir oldu işte evime Oğuz Atay, yağmurlu bir Pazar günü. Ondan kalanlar, yukarıya döküldüler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder