7 Mart 2011 Pazartesi

127 Saat



Geçen hafta, Oscarlar açıklanmaya başlamadan önce, 127 Saat’i gördüm… Süperdi!
İngiliz yönetmen Danny Boyle’un 2008 yılındaki ‘Milyoner - Slumdog Millionaire’ zaferinden sonra bu yıl da 83. Oscar Ödül Töreni’nde yarışan filmi ‘127 Saat – 127 Hours’ tam anlamıyla bir kurgu harikası. Ama dış gözden önce biraz içeriğe inelim…
***
Aron Ralston (James Franco), ‘Büyük Kanyon’u tabiri caizse avucunun içi gibi bilen bir maceraperesttir. Macera dolu bir hafta sonu geçirmek için ailesi de dâhil hiç kimseye haber vermeden ‘Büyük Kanyon’ a gelir. Geçirdiği ilk gecenin ertesinde, bir Cumartesi öğleden sonrası, Aron için ‘macera dolu dakikalar’ın verdiği keyif, ani bir değişimle bir kabusa döner. Zira büyük kayaların arasında çılgın bir ceylan gibi sekerken, gezintisinin Mavi Kanyon ayağında bastığı bir taş aniden kayar ve esas oğlanımız bir kolu kayanın altına sıkışmış şekilde kalakalır. Filmin devamı da ‘Aron’un kurtuluş hikâyesi’ şeklindedir.
***
Gerçek bir olaydan yola çıkılmış olması, işin esas etkileyiciliğinin kaynağını oluşturmakta belli ki. Bunun dışında James Franco tek kişilik bir oyunda, 'Daha sağlam bir rol çıkartılamazmış', diye düşündürüyor insana. Zaten 'Milk' ten beri artık ciddi anlamda dikkatimi çekiyor bu adamın oyunculuğu. Konusal etkileyicilik ve başrolünün harika bir iş çıkarmasının yanı sıra, bir diğer tesir unsuru daha var filmde değinilebilecek. DVD-video günlerinde yaşadığımız düşünülürse, bu filme sinemada izlenme şansını tanıyacak kişi sayısı pek azdır bence. Ama uyarmalı, zira ‘127 Saat’ sadece sinemada izlenince keyif veren filmlerden… 

Bu cümlem olumsuzluk içeriyor gibi dursa da, aslında öyle değil. ‘Dolby’ sistem altında sesler, efektler ve müzik kulaklarına vurup; gözlerin perdenin dışında bir şeyi görmeden izlenecek bir film… Yani o durumu yaşayarak bizzat yaşayarak belki de. Adamın kendinden geçişlerini; vücuduyla anlaşamaz hale gelen beyninin, kendisi üzerinde birtakım oyunlar oynamasını; adamın buna verdiği tepkileri…

Kurgu harikası dedim, peki neden?

Filmin başta akan yazılardan, son yazılarına dek, ilgilenilmiş bir çekimi var, orası ayrı. Ancak bunun yanında bir de post-production çevikliği gözlerden kaçmıyor. Benim asıl merak ettiğim, film henüz kâğıdın üzerinde öylece dururken de var mıydı bu görsel efekt güzelliği kafalarında; yoksa alınıp kurgu masasına oturulduğunda mı ortaya çıktı filmin bu hali?                          

“Herhalde önceden biliyorlardır!” dediğinizi duyar gibiyim. Neden bu kadar takıldım, bilmem. Belki her yönetmenin kurguyla ilgili bir sırrı olduğuna olan inancımdır bunu tetikleyen…

Bunca güzelliğin ardından, neden 'En İyi Film Oscarı’ nı alamadı peki? E, ‘Zoraki Kral – King’s Speech’ çok daha sağlamdı da ondan. ‘127 Saat’ gibi gerçeklerden yola çıkılarak yazılmış olsa da, o da ödülü başka yerden topladıklarıyla vurdu…

To Be Continued! 
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder