20 Kasım 2013 Çarşamba

Palyaço Yakup'un Hikayesi

Ben Yakup. Karşınızdayım. Şu an burada olmam nasıl bir şansın, nasıl bir ilahi oyunun sonucu bilmiyorum. Annemin gözleri ne renkmiş, babam dünyada en çok neye sinir olurmuş, bunların hiçbiri hakkında bir fikrim yok. Onları hiç tanımadım. Tek bildiğim, şu an burada karşınızda duruyor olduğum.

Geldiğimden beri bana bakıyorsunuz. Muhtemelen, akşam buluştuğunuz arkadaşlarınıza, ailenize, belki çocuklarınıza beni anlatacaksınız. Benim ne kadar komik olduğumu, nasıl gülünç bir burnum olduğunu falan… “Bugün çok ilginç bir tiple karşılaştım.” diyeceksiniz onlara. O kadar güzel anlatacaksınız ki, hepsi beni tanıyıp, sürekli çevrelerinde olmam gerektiğini söyleyecekler. Ama bilmeniz gereken bir şey var. Beni hayatınızda istemek için bu kadar acele etmemelisiniz.

Ben Yakup. Benim için her şey karanlıkta başladı. Doğduğumda hemen açmadım gözlerimi. Dünyanın nasıl pis bir yer olduğunu içerde müjdelemişlerdi bana. Nakliye kamyonunun altında kalan babam, bir silüet olup girivermişti bulunduğum ıslak yere… “Dışarıya çıkmak istediğine emin misin evlat?” diye sormuştu. Bir şey anlamadığımı görünce de, benim geri zekalı olduğuma kanaat getirmiş olacak, başka hiçbir şey söylememişti. Geldiği gibi çıkmıştı karanlık ve nemli habitatımdan. Giderken sadece, “Annene iyi bak.” demişti. Böyle haberim olmuştu annemden. Daha birbirimizi görmeden tanışmıştık… Zaten onu kanlı canlı karşımda göremedim hiç. Neyse…

O muazzam sıcaklıktan çıkar çıkmaz, güvenle kurulduğum yerimden sökülüp çıkarılmam büyük bir olay değilmiş gibi, dışarıda beni yeni bir sürpriz bekliyordu. Belli belirsiz “Kan basıncı düşüyor.” gibilerinden bir laf işitti minicik kulaklarım. Sonrasını duyamadım. Uyandığımda kendim gibi 19 veletle aynı odadaydım. Aralarında hiç tanıdığım yoktu.

Karanlığın soğuk nefesini her an ensesinde hisseden bir kulunuz olarak, şunu söylememe izin verin. Gündüzleri gülümseyen, gecenin yalnızlığında öfke ve kedere bürünen herkes anlar beni… Büyüdüm. Aradan 25 yıl geçti ve ben büyük bir adam oldum. İş bulma yaşı gelmiş de geçmekte olan, büyük bir adam…

Karşımda oturan insanlar bu iş için uygun olup olmadığımı soruyorlardı. “Ne kadar saçma bir soru bu!” diye düşündüm. İnsan uygun olmasa bile “Bu iş için uygun değilim.” der miydi? Ben de insandım. Ve işin ne olduğu hakkında bir fikrim olmamasına rağmen, “Bu iş için kesinlikle uygunum.” anlamına gelen kelimelerimi dökmüş bulundum. Bekledikleri cevap buymuş gibi hep birlikte alkışlamaya başladılar beni. İşe başladım.

Evet, sevgili dinleyen, artık maaşı olan, vergisini veren bir palyaçoydum. Çok uluslu bir fastfood devinin maskotu olarak sürdürüyordum hayatımı. Bütün gün fotoğraf stüdyolarından reklam çekimlerine, günün nasıl geçtiğini anlamıyordum. Çocuklar beni çok seviyordu. Anneler babalar, çocuklarının bana gelmek istemesine uyuz oluyorlardı. Ama arada çocukları yanlarında yokken onlar da bana geliyordu. Yüzlerinde hep o mahcup gülümseme… Bazen yaptıkları bu hareketi çocuklarına anlatmayayım diye göğüs cebime para tıkıştırıyorlardı. Ne gerek vardı ki tüm bunlara? Ben zaten hepsinden daha çok kazanıyordum şu maskotluk işinden…

Aylar geçti. Sonra bir gün onunla karşılaştım. Bir kişinin, bir hayat süresi boyunca görebileceği en güzel kadınla… Evet, sevgili dinleyen… Karnımı ağrıtan bu garip hissi patronumla paylaştım. Bunun aşk olduğu konusunda anlaştık. Ama anlaşamadığımız bir nokta vardı. Markanın imajı açısından, etrafta birileriyle görünmem yakışık almazdı. Yani sonuç: O kızı unutacaktım! Gel gör ki, bu işler bu şekilde yürütülemiyordu.

Bir süre sadece Ice Tea Limon içerek yaşadım. Vücuduma giren bu şekerli meşrubat gün içerisinde saçma sapan gülüşler atmak zorunda olan bünyeme iyi geliyordu. Ama akşama doğru midemin kasılmaları şiddetleniyordu. Çocuklar artık itici geliyordu bana. Ve ebeveynleri… Zaten onları bir türlü sevememiştim. Bu konuyu da patrona açtım.

Patron bu durumu da hoş karşılamadı. Bir şeyler söyledi durdu. Sinirlerim allak bullak olmuştu. Artık giyinmek dahi istemiyordum. Aynada kendime bakmaktan bile keyif almaz olmuştum. Sen bilmezsin sevgili dinleyen, insanın içine neşe katan bir yüzüm vardır benim. Yani vardı. Ama uzun zamandır göremiyordum artık o yüzü.

Sonra bir gün yine onu gördüm. Düşünmeden konuşmak istedim onunla. Bir üçüncü kez gelmez diye endişelendim belki de, bilmiyorum. Yanına gittiğimde inciden bir çit gibi sıralanmış dişlerini göstererek güldü bana. Gülüşü içimi ısıttı. Yanında kimse yoktu.

“Benimle evlenir misin?” dedim ona, evlenmek hakkında en ufak bir fikrim olmadan.
“Evet!” dedi. Ve aslında vejetaryen olduğunu söyledi. Dediğine göre her gün kilolarca etin servis edildiği o izbeye sadece beni görmek için geliyordu.
“Öyleyse?” diye çıktı sesim.
“Evet…” dedi tekrar, “Buraya sadece seni görmek için geliyorum.”
“Ne zaman evleniriz?” diye sordum. Hayatımda ilk kez, biri benim için bir şeye katlanıyordu. Bunu kaçıramazdım.
“Bilmem.” dedi.
“Bir daha ne zaman gelirsin?” diye sordum.
“Bir daha buraya gelmek istemiyorum.” dedi. “Sana geleyim.”

İçimde bir şeyin hareket ettiğini fark ettim. İkimizin de gözleri aynı anda aynı yere kaydı. Hareket eden şey içimde değildi, vücudumun ön kısmına tekabül ediyordu.

“Olur.” dedim biraz da utanarak. Güldü. Ben de güldüm.
“Nerede oturuyorsun?” dedi. Adresimi verdim.
“Tamam, akşam görüşürüz.” dedi.

O gün tüm çocuklara gülümsedim. Patron yanıma gelip harika biri olduğumu söyledi. Bu hızla çalışırsam, bir şeyler bir şeyler… Çok ilgilenmedim.

İşten çıkıp eve ulaşana kadar saatler geçti. Evin önüne vardığımda aşkım beni bekliyordu. İnsanların çok mutlu olduğu zamanlar vardır sevgili dinleyen. Öyle bir anın içindeydim. Hayatımda ilk defa…

“Çok beklettim mi?” diye sordum.
“Hayır.” dedi yine gülümseyerek.

Kapıyı açmaya yeltendim. Kapının demirini kavrayan elime dokundu. Ürperdim. Ona döndüm. Bana kocaman bir öpücük verdi. Makyajım bozuldu, oralı olmadım. Sonra usulca kulağıma eğilip bir soru sordu.

“Yalnız para işini ne zaman hallederiz. Numan onun için bekliyor da…”

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Yalan değil, birinci kattaki yaşlı kadın her akşam dökerdi çaydanlığı temizlerken. Ve ben yandım. Derimde değildi yangın… İçim yanıyordu sanki.

“Numan?” dedim.
“Numan işte!” dedi sokağın köşesindeki hırpani adamı göstererek.
“Yani sen, şey misin?” dedim ona.
“Beğenemedin mi lan?” dedi. Çirkinleşti bir anda. Ve Numan’a seslendi. Numan bir aşağılıkmışım gibi vurdu bana. Hırsını alamamış olacak ki, defalarca sürdü bu yumruklama olayı. Sonra aşık olduğum kadını da alıp gitti.

Ben hayatımda hiç ağlamamıştım sevgili dinleyen. Yani doğum denen o saçma andan sonra hiç… Kapı ağzında yığılmış yatarken, tuzlu bir sıvı indi gözlerimden ağzıma. Ve bir ses duydum yıllar sonra ilk kez. Babamın sesi. “Dışarıda kalmak istediğine emin misin evlat?

Değildim. Eve çıktım, küvete uzandım ve bileklerimi kestim. Günler sonra eve giren patronum evi kokutan ölü vücudumla karşılaştığında bir tek şey söylemiş.

27’ler Kulübü’ne giremedin be Yakup!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder