Ben Yakup. Karşınızdayım. Şu an
burada olmam nasıl bir şansın, nasıl bir ilahi oyunun sonucu bilmiyorum. Annemin
gözleri ne renkmiş, babam dünyada en çok neye sinir olurmuş, bunların hiçbiri
hakkında bir fikrim yok. Onları hiç tanımadım. Tek bildiğim, şu an burada
karşınızda duruyor olduğum.
Geldiğimden beri bana
bakıyorsunuz. Muhtemelen, akşam buluştuğunuz arkadaşlarınıza, ailenize, belki
çocuklarınıza beni anlatacaksınız. Benim ne kadar komik olduğumu, nasıl gülünç
bir burnum olduğunu falan… “Bugün çok ilginç bir tiple karşılaştım.”
diyeceksiniz onlara. O kadar güzel anlatacaksınız ki, hepsi beni tanıyıp,
sürekli çevrelerinde olmam gerektiğini söyleyecekler. Ama bilmeniz gereken bir
şey var. Beni hayatınızda istemek için bu kadar acele etmemelisiniz.
Ben Yakup.
Benim için her şey karanlıkta başladı. Doğduğumda hemen açmadım gözlerimi.
Dünyanın nasıl pis bir yer olduğunu içerde müjdelemişlerdi bana. Nakliye
kamyonunun altında kalan babam, bir silüet olup girivermişti bulunduğum ıslak
yere… “Dışarıya çıkmak istediğine emin misin evlat?” diye sormuştu. Bir şey
anlamadığımı görünce de, benim geri zekalı olduğuma kanaat getirmiş olacak,
başka hiçbir şey söylememişti. Geldiği gibi çıkmıştı karanlık ve nemli habitatımdan.
Giderken sadece, “Annene iyi bak.” demişti. Böyle haberim olmuştu annemden.
Daha birbirimizi görmeden tanışmıştık… Zaten onu kanlı canlı karşımda göremedim
hiç. Neyse…
O muazzam
sıcaklıktan çıkar çıkmaz, güvenle kurulduğum yerimden sökülüp çıkarılmam büyük
bir olay değilmiş gibi, dışarıda beni yeni bir sürpriz bekliyordu. Belli
belirsiz “Kan basıncı düşüyor.” gibilerinden bir laf işitti minicik kulaklarım.
Sonrasını duyamadım. Uyandığımda kendim gibi 19 veletle aynı odadaydım.
Aralarında hiç tanıdığım yoktu.
Karanlığın
soğuk nefesini her an ensesinde hisseden bir kulunuz olarak, şunu söylememe
izin verin. Gündüzleri gülümseyen, gecenin yalnızlığında öfke ve kedere bürünen
herkes anlar beni… Büyüdüm. Aradan 25 yıl geçti ve ben büyük bir adam oldum. İş
bulma yaşı gelmiş de geçmekte olan, büyük bir adam…
Karşımda
oturan insanlar bu iş için uygun olup olmadığımı soruyorlardı. “Ne kadar saçma
bir soru bu!” diye düşündüm. İnsan uygun olmasa bile “Bu iş için uygun
değilim.” der miydi? Ben de insandım. Ve işin ne olduğu hakkında bir fikrim
olmamasına rağmen, “Bu iş için kesinlikle uygunum.” anlamına gelen kelimelerimi
dökmüş bulundum. Bekledikleri cevap buymuş gibi hep birlikte alkışlamaya
başladılar beni. İşe başladım.
Evet,
sevgili dinleyen, artık maaşı olan, vergisini veren bir palyaçoydum. Çok uluslu
bir fastfood devinin maskotu olarak sürdürüyordum hayatımı. Bütün gün fotoğraf
stüdyolarından reklam çekimlerine, günün nasıl geçtiğini anlamıyordum. Çocuklar
beni çok seviyordu. Anneler babalar, çocuklarının bana gelmek istemesine uyuz
oluyorlardı. Ama arada çocukları yanlarında yokken onlar da bana geliyordu.
Yüzlerinde hep o mahcup gülümseme… Bazen yaptıkları bu hareketi çocuklarına
anlatmayayım diye göğüs cebime para tıkıştırıyorlardı. Ne gerek vardı ki tüm
bunlara? Ben zaten hepsinden daha çok kazanıyordum şu maskotluk işinden…
Aylar geçti.
Sonra bir gün onunla karşılaştım. Bir kişinin, bir hayat süresi boyunca
görebileceği en güzel kadınla… Evet, sevgili dinleyen… Karnımı ağrıtan bu garip
hissi patronumla paylaştım. Bunun aşk olduğu konusunda anlaştık. Ama
anlaşamadığımız bir nokta vardı. Markanın imajı açısından, etrafta birileriyle
görünmem yakışık almazdı. Yani sonuç: O kızı unutacaktım! Gel gör ki, bu işler
bu şekilde yürütülemiyordu.
Bir süre
sadece Ice Tea Limon içerek yaşadım. Vücuduma giren bu şekerli meşrubat gün
içerisinde saçma sapan gülüşler atmak zorunda olan bünyeme iyi geliyordu. Ama
akşama doğru midemin kasılmaları şiddetleniyordu. Çocuklar artık itici
geliyordu bana. Ve ebeveynleri… Zaten onları bir türlü sevememiştim. Bu konuyu
da patrona açtım.
Patron bu
durumu da hoş karşılamadı. Bir şeyler söyledi durdu. Sinirlerim allak bullak
olmuştu. Artık giyinmek dahi istemiyordum. Aynada kendime bakmaktan bile keyif almaz
olmuştum. Sen bilmezsin sevgili dinleyen, insanın içine neşe katan bir yüzüm
vardır benim. Yani vardı. Ama uzun zamandır göremiyordum artık o yüzü.
Sonra bir
gün yine onu gördüm. Düşünmeden konuşmak istedim onunla. Bir üçüncü kez gelmez
diye endişelendim belki de, bilmiyorum. Yanına gittiğimde inciden bir çit gibi
sıralanmış dişlerini göstererek güldü bana. Gülüşü içimi ısıttı. Yanında kimse
yoktu.
“Benimle
evlenir misin?” dedim ona, evlenmek hakkında en ufak bir fikrim olmadan.
“Evet!”
dedi. Ve aslında vejetaryen olduğunu söyledi. Dediğine göre her gün kilolarca
etin servis edildiği o izbeye sadece beni görmek için geliyordu.
“Öyleyse?”
diye çıktı sesim.
“Evet…” dedi
tekrar, “Buraya sadece seni görmek için geliyorum.”
“Ne zaman
evleniriz?” diye sordum. Hayatımda ilk kez, biri benim için bir şeye
katlanıyordu. Bunu kaçıramazdım.
“Bilmem.”
dedi.
“Bir daha ne
zaman gelirsin?” diye sordum.
“Bir daha
buraya gelmek istemiyorum.” dedi. “Sana geleyim.”
İçimde bir
şeyin hareket ettiğini fark ettim. İkimizin de gözleri aynı anda aynı yere
kaydı. Hareket eden şey içimde değildi, vücudumun ön kısmına tekabül ediyordu.
“Olur.”
dedim biraz da utanarak. Güldü. Ben de güldüm.
“Nerede
oturuyorsun?” dedi. Adresimi verdim.
“Tamam,
akşam görüşürüz.” dedi.
O gün tüm
çocuklara gülümsedim. Patron yanıma gelip harika biri olduğumu söyledi. Bu
hızla çalışırsam, bir şeyler bir şeyler… Çok ilgilenmedim.
İşten çıkıp
eve ulaşana kadar saatler geçti. Evin önüne vardığımda aşkım beni bekliyordu. İnsanların
çok mutlu olduğu zamanlar vardır sevgili dinleyen. Öyle bir anın içindeydim.
Hayatımda ilk defa…
“Çok
beklettim mi?” diye sordum.
“Hayır.”
dedi yine gülümseyerek.
Kapıyı
açmaya yeltendim. Kapının demirini kavrayan elime dokundu. Ürperdim. Ona döndüm.
Bana kocaman bir öpücük verdi. Makyajım bozuldu, oralı olmadım. Sonra usulca
kulağıma eğilip bir soru sordu.
“Yalnız para
işini ne zaman hallederiz. Numan onun için bekliyor da…”
Başımdan
aşağı kaynar sular döküldü. Yalan değil, birinci kattaki yaşlı kadın her akşam
dökerdi çaydanlığı temizlerken. Ve ben yandım. Derimde değildi yangın… İçim
yanıyordu sanki.
“Numan?”
dedim.
“Numan
işte!” dedi sokağın köşesindeki hırpani adamı göstererek.
“Yani sen,
şey misin?” dedim ona.
“Beğenemedin
mi lan?” dedi. Çirkinleşti bir anda. Ve Numan’a seslendi. Numan bir
aşağılıkmışım gibi vurdu bana. Hırsını alamamış olacak ki, defalarca sürdü bu
yumruklama olayı. Sonra aşık olduğum kadını da alıp gitti.
Ben
hayatımda hiç ağlamamıştım sevgili dinleyen. Yani doğum denen o saçma andan
sonra hiç… Kapı ağzında yığılmış yatarken, tuzlu bir sıvı indi gözlerimden
ağzıma. Ve bir ses duydum yıllar sonra ilk kez. Babamın sesi. “Dışarıda kalmak
istediğine emin misin evlat?”
Değildim.
Eve çıktım, küvete uzandım ve bileklerimi kestim. Günler sonra eve giren
patronum evi kokutan ölü vücudumla karşılaştığında bir tek şey söylemiş.
“27’ler
Kulübü’ne giremedin be Yakup!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder