Şiir sevmediğim, hatta onlardaki gel-gitleri biraz karikatür bulduğum koca bir dönem oldu. Fakat tam da bu gece fark ettim ki, şiirleri sevdiren de aslında 'ses'... Bir düşündüm durdum da, şiir bende bir 'sesin' dokunuşuyla var olabiliyor. Ve ben o okuma bittikten sonraki ellerini kollarını nereye koyacağını bilememe haline vurgunlaşıyorum. Böyle bir sesim boğuklaşıyor ve fakat yüzüme kocaman bir gülümseme yayılıyor. "Be adam, diyorum kendime -evet arada kendimle böyle konuşurum- kelimelerle oynamaya niyetlenmiş biri olarak, nasıl veremezsin hissettiklerini böylesine. Yoksa?
Telefonun ucundan da gelir şiir... Ona eririm... Birisi durduk yerde, tam da güneş sokağa davet ederken bir şiir paylaşsa; ama şöyle taş gibi bir anlatıcının dilinden... Belki etkilenmeyebilirim. Etkilenemeyebilirim. Ama gecenin bir yarısı, dışarıda hiç bir ses yok ve biri sana, sadece sana şiir okuyor ya... Müptelası olacağım, korkarım...
Öykülerde bulunmayan tadı bile bulabiliyor insan. Affet beni şiir; seni hala keşfedemediğim için. Ama okundukça şöyle tatlı tatlı, kalbime doğru... Belki de, neden olmasın kavuşabiliriz; değil mi?
Bu yazıyı yazdıran, gecenin bir buçuğunda içime işleyen ve içinde çok fazla 'zaman' metaforu geçen bir şiirdir. Üstatları kıskandıracak bir şiiri, yumuşacık bir tınıyla içime akıtan sese selam olsun... Darılmayın üstatlar, şiire meyyalim vallahi keyiften...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder