Mart ayı çıkmadan gezdiğim gördüğüm, az biraz da ufkumu genişletebileceğini düşündüğüm bir etkinlikten bahsetmek isterim. '
Rembrandt ve Çağdaşları' adlı sergiye sonunda fırsat bulup da gidebildim. Son zamanlarda ne kadar görmek istediğim şey geldiyse, hepsini muazzam esnekliğimden dolayı kaçırmıştım, bu sefer öyle olmaması iyi geldi.
Efendim, resimle pek bir ilgili olduğum söylenemez. Yani bir bakanlar, bir de görenler vardır ya... İşte ben, biri bana anlattığı takdirde görebilenlerdenim. Hiç bekletmem, anında görürüm anlatılmak isteneni... Ama dediğim gibi; "Haydi!" diyecek bir katalizöre ihtiyacım var en başında... Daha ziyade, gittiğim bu tarz sergilerde, ressamın, heykeltraşın ya da her kim olursa olsun, o sanat eserini yaratanın soluduğu havayı solumaya giderim. Hiç ilgi çekici olmasa bile her işte ilgimi çekecek en az bir yan bulabiliyorum, bu da benim özelliğim olsun... Belirttiğim gibi, sanatçıyla aynı havayı soluma, aradan birkaç asır geçmiş olsa da onun dokunduğuna dokunma, ya da onun baktığı gibi çipil çipil gözlerle o esere bakma kısmı beni tavlıyor. İşte bu sergide de, sanatçıların yaptıklarından muazzam etkilenmekle birlikte, yine o 'aynı noktaya bakıyor olmanın' keyfi içerisindeyim...
Serginin, daha doğrusu Rembrandt ve Çağdaşları'nın temel tarzı, ışık ve gölge üzerine yaptıkları çalışmalardan kaynaklanırmış. Bunlar, segiye gitmeden önce internette dolanırken yakaladığım bir kaç ip ucu. Kendimi bir anda çok ayrıcalıklı hissetmeme neden olan übersonik bilgiler... Neler de biliyorum Rembrandt'la ilgili, hezeyanları... Amma velakin Sabancı Müzesi'ne daha adımımı atar atmaz, ışığın ve gölgenin oyunları temalı bir duvar yazısıyla karşılanıyorum. Bu aslında kimsenin kimseden saklayamayacağı kadar büyük bir gerçek. Rembrandt'ı görmeye geldiysen, onun gölge hakkındaki fikirlerini ve becerilerini de biliyor olmalısın, der gibi yazılanların çevirisi. Çok üzerinde durmuyorum, zaten bu bir sidik yarışı da değil.
Işığın ve gölgenin, bir resimdeki önemiyle yeni yeni içli dışlı oluyorum. Daha gerçekçi, sanki bir ressamın paletinden tuvaline dökülmemiş de; yeni banyodan çıkarılmış bir fotoğraf albümü edasında. Sanatta Tanrı'yı aramak mı, ne derseniz deyin, bilmiyorum. Fakat her zaman için, ne kadar absürd de olsa, ya da grotesk, şaşaalı; ben her zaman tüm bu saydığım özelliklerin yanında az biraz da gerçekçilik arayanlardan olmuşumdur. O yüzden, aslında reklamlarına aldanıp gittiğim Rembrandt ve Çağdaşları, beni gerçekçiliğin peşinden koşarken pek güzel bir noktadan yakaladı ve bu yazıyı da buraya yazacak kadar, kafamdaki meşguliyetini korudu.
|
Wijk bij Duurstede'de Yel Değirmeni |
|
Jan van de Velde - Still life with tall beer glass |
|
Rembrandt - Resurrection of Lazarus |
|
Jan Steen - The Drunken Couple |
|
Govert Flinck - Isaac Blessing Jacob |
|
Jan Weenix - Still Life of Game |
Bu eserler gerçekçilikleri ve hikayeleriyle en çok aklımda yer etmiş bulunan eserler... Adlarından, hikayelerine ulaşılabilirsiniz... Ya da boşverin uğraşmayın... 10 Haziran'a kadar sadece pazartesi günleri tatil yapan bu sergiyi ve resimleri yerinde ziyaret edin. Ücretsiz kulaklıklarla anlatılanlar, pek çok kişi için daha tatlı gelecektir, eminim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder